Kendi kendilerini tedavi eden goriller yeni ilaçların ipucunu verebilir için yorumlar kapalıbilim, Evrim
Orta ve Batı Afrika’da 150 bin kadar Batı Afrika Düzlük Gorili kaldığı düşünülüyor
Gorillerin kendilerini tedavi süreçlerini takip eden bilim insanları, farklı ilaçların keşifleri için umutlu konuşuyor.
Araştırmacılar, Gabon’da yabani olarak yaşayan gorillerin yediği tropikal bitkilerin en az dört tanesinin tıbbi etkileri olduğunu tespit etti.
Bu bitkiler aynı zamanda bölge yerlisi olan şifacı kişiler tarafından da kullanılıyor.
Yapılan laboratuvar çalışmaları, bu bitkilerin antioksidan ve antimikrobiyal bakımdan zengin olduğunu ortaya koydu. Aralarından biri ise süper bakteriler ile mücadele konusunda umut vadediyor. Büyük maymunların, bitkileri iyileştirici özellikleri üzerinden seçerek, kendilerini tedavi ettikleri biliniyor.
Bu yıl içinde gözaltından yara alan bir orangutanın bitki özünü kullanarak yarasını tedavi etmeye çalışması dünyada haber olmuştu.
Yapılan çalışmada araştırmacılar, Gabon’un Moukalaba-Doudou Milli Parkı’ndaki gorillerin yedikleri bitkileri kaydetti.
Bilim insanları yerli şifacı kişilerle de görüştü ve ilaç olma ihtimali yüksek dört ağaç belirledi.
Bunlar, Ceiba pentandra – fromager ağacı, Myrianthus arboreus – dev sarı dut , Milicia excelsa – Afrika tik ağacı ve Ficus – incir ağacıydı.
Bu dört bitkinin tamamı, en az bir çoklu ilaca karşı dirençli olan Koli Basili bakterisine karşı antibakteriyel etki gösterdi.
Araştırmacılar özellikle fromager ağacının test edilen tüm türlere karşı “dikkat çekici bir etki” gösterdiğini aktarıyor.
Kulak Memelerimiz Neden Var? Evrimsel Açıdan Mantıklı Değiller için yorumlar kapalıbilim, Evrim
Ne zaman sevdiğiniz bir melodiye ritim tutsanız veya arkadaşınızla sohbet etseniz, bunu mümkün kılan karmaşık bir sistem iş başında oluyor. Kulaklarınız biyolojinin birer harikası. İçlerinde bir sürü şey oluyor. Popular Science‘a konuşan ve Avusturya’daki Konrad Lorenz Enstitüsünde çalışan evrimsel biyolog, biyolojik antropolog ve doktora sonrası araştırma görevlisi Anne Le Maître, “Çok karmaşık bir yapı” diyor.
Bu karmaşıklık, milyonlarca yıl boyunca daha iyi duymaya yönelik yoğun seçilim baskısının bir sonucu. Fakat kulağın bir kısmı hariç: Bu kısım ile loblar. Tüm ince ayarlanmış kısımlar arasında, bu parçalar pek akla yatkın durmuyor. İşte bilim insanlarının duyu organlarımızı nasıl anlamlandırdıkları…
Kulaklarımızın hikayesi
Kulaklar, dış dünyadaki sesi kafanızdan dışarı doğru çıkan kıkırdaklı yapılarla yakalar ve bunu bir kanaldan geçirerek zarsı bir davula iletir. Bu ses daha sonra bir dizi ufak orta kulak kemiğine ve kulak salyangozu adı verilen, salyangoz şeklindeki labirente gidiyor. Bu labirent, sinir sinyallerini ta beyninize kadar iletiyor. Le Maître memelilerin, sürüngenlerde ve kuşlarda olduğu gibi sadece bir tane yerine üç tane orta kulak kemiğiyle beraber özellikle karmaşık bir kulakları olduğunu belirtiyor. Üstelik, diğer omurgalılarda bulunmayan geniş dış kulak yapılarımız (kulak kepçesi) var. Peki nasıl böylesine girift kulaklarımız oldu? Evrim yoluyla tabii ki.
Le Maître, binlerce yıl boyunca pek de memeli olmayan atalarımızdaki çene kemiği parçalarının yer değiştirip ayrıldığını ve orta kulak kemiklerinden ikisinin yanısıra kulak zarını destekleyen kemiği de meydana getirdiğini açıklıyor. Çin ve başka yerlerde bulunan fosiller, bu evrimsel sürecin günümüzdeki memelilerin evrimsel öncülleri olan ve uzun süre önce yok olmuş mammaliaforme’lerde Kretase dönemi boyunca gerçekleşen başlangıç ve bitişlerini gösteriyor. “[Farklı tür ve fosiller arasındaki] farklı ara formları görüyorsunuz… Fakat memeli formuna doğru bir gidişat var” diyor Le Maître. Bu özel, ses ileten kemikler ve benzersiz, ekstra uzun, sarmal halindeki kulak salyangozuyla birlikte memelilerin, diğer çoğu omurgalıdan daha geniş bir frekans aralığını duyabildiğini ekliyor bilim insanı.
Bahamalar’daki Western Atlantic Üniversitesi Tıp Fakültesinde yardımcı anatomik profesörü olarak çalışan Mark Coleman, belirgin kıkırdak ve deri kıvrımları olan dış kulaklarımızın da memelilere özgü olduğunu ve sesleri artırıp biz ve akrabalarımızın seslerin yerini bulmamızı sağlayarak ilave bir yardımcı rol oynadığını söylüyor. Primat ve memelilerdeki işitsel sistem üzerinde çalışan Coleman, farklı hayvanların kulaklarının akort şeklini ve bunun yapıyla olan ilgisini karşılaştırıyor.
“Evrimleşmiş her özellik uyumsal değil.”
Çeşitli türlerin, farklı ses tiplerini yakalamak üzere özelleşmiş kulakları olduğunu söylüyor. Örneğin kanguru farelerinin, boyutları için özellikle düşük frekanslı olan sesleri tespit etmelerini ve çıngıraklı yılanlar gibi yırtıcılardan kaçınmalarını sağlayan çok büyük orta kulakları var. İnsan kulakları şempanzelerinkine benziyor fakat aradaki ufak farklılıklar, şempanzelerin işitsel sisteminin yüksek ve düşük frekansları en iyi şekilde yakaladığı anlamına geliyor. Coleman, insanların işitme duyusunun ise orta aralıktaki frekanslara (yaklaşık 1.000 ve 4.000 Hertz arasında) karşı en hassas olduğunu söylüyor.
Ayrıca Le Maître, benzer yaşam alanları olan hayvanların sık sık aynı tür kulaklara sahip olduğunu söylüyor. Yer altında yaşayan türler, sucul memelilerde olduğu gibi ne kadar yakın akraba olurlarsa olsunlar, genelde birbirlerine önemli ölçüde benzer görünen orta kulaklara sahipler. “Memeliler genelinde yakınsak adaptasyon var” diyor bilim insanı.
Kulak kepçemizdeki yükseltiler bile özel olarak evrimleşmiş bir amaca sahip. Kulak topografimizdeki yükseltiler ve çukurlar, sesleri çok daha hassas şekilde filtreleyip saptıyor. Yarasalar ve makiler gibi gece vakti avlanan canlıların, böcekleri karanlıkta yakalamalarını sağlayan ve özellikle engebeli olan dış kulakları olduğunu belirtiyor Coleman. İnsan kulakları nispeten basit olsa da dış kulaklarımız değiştiğinde beyinlerimizin hâlâ uyum sağlaması ve bir sesin kaynağını nasıl belirleyeceğini yeniden öğrenmesi gerekiyor.
Bilim İnsanları Fare DNA’sını Düzenleyerek, Evrimi 1 Milyon Yıl İleriye Aldı… için yorumlar kapalıDNA, Evrim, fare
Çin Bilimler Akademisi’nden bilim insanları, farelerde kök hücreler ve kromozomları düzenleyen yeni bir teknik kullanarak milyonlarca yıl süren evrim sürecini kısaltmayı başardı. Kromozomlar protein ve DNA dizinlerini taşıyan ebeveynlerimizden gelen genleri birleştiği ve bizi biz yapan yapılardır. Fareler ve insanlar gibi memelilerde kromozomlar çift halinde gelir. DNA’yla oynuyorsanız döllenmemiş embriyonik kök hücreler en iyi başlangıcı yapmanızı sağlar. Sperm hücresinden gelecek kromozomlardan yoksun bırakılan hücre, bir vücut inşa etme işini yapmak için kromozomların hangi genlerin aktif olarak işaretleneceğini müzakere etmede en önemli basamaktan mahrum olur.
İşte bu prosese imprinting(gen ekspresyonunda farklılaşma-mühürleme) deniyor. Büyük genom öbeklerini yeniden inşa etmeye hevesli genetik mühendisleri için bu büyük bir engel teşkil etmekteydi. “Genomik mühürleme sıklıkla kaybolur, yani haploid embriyonik kök hücrelerde hangi genlerin aktif olması gerektiği bilgisi kaybolur, yani onların pluripotensini ve genetik mühendisliğini sınırlar. Son çalışmalarımızda üç mühürlenmiş bölgenin silinmesiyle, hücrelerde sperm benzeri stabil mühür desenleri oluşturabileceğini gösterdik, ” diyor Çin Bilimler Akademisi’nden biyolog Li-Bin Wang. İşte bu üç doğal mühürleme bölgesi olmadan kromozom füzyonunu sürdürmek mümkün. Yapılan deneylerde araştırmacılar iki orta boydaki kromozomu (4 ve 5) ve iki büyük kromozomu (1 ve 2), iki farklı oryantasyonda birleştirerek üç farklı diziliş yaptı. Genetik kodun yavrulara aktarımı açısından 4 ve 5 nolu kromozomların füzyonu en başarılısı olsa da üreme normalden yavaş gerçekleşti.
1 ve 2 füzyonları ise hiçbir yavru vermese de diğer füzyon 4 ile 5 kromozom füzyonundan daha yavaş, daha büyük ve daha tedirgin fare yavruları üretti. Araştırmacılara göre kromozomların ayrıldıktan sonra hizalanmasına bağlı olarak doğurganlık düşüyor. Fakat normal yollarda böyle bir şey yaşanmıyor. Bu da kromozomal tekrar dizilimin üretme yalıtımı açısından önemli olduğunu gösteriyor. Bu özellik türlerin evrimi ve ayrı kalması açısından oldukça önemlidir. “Laboratuvar faresinin 100 yılı aşkın yapay üremesinin sonucunda halen standart 40 kromozom karyotipe sahiptir. Buna rağmen uzun süreler geçmesi kromozomların yeniden dizilimine neden olur.
Kemirgenlerde yeniden dizilim 1 milyon yıl kadar sürebilirken, primatlarda bu süre 1.6 milyon yıldır,” diyor Çin Bilimler Akademisi’nden biyolog Zhi-Kun Li. Bu çerçevede, kromozomal yeniden düzenlemedeki nadir sıçramalar, kendi atalarımızın evrimsel yollarını çizmesine neden oldu. Örneğin, gorillerde ayrı kalan kromozomlar, insan genomumuzdaki tek bir kromozomda kaynaştırılır. Bu tür değişiklikler birkaç yüz bin yılda bir meydana gelebilir.
Burada laboratuvarda yapılan genetik düzenlemeler nispeten küçük ölçekte olsa da görülen işaretler, mevcut hayvanlar üzerinde bazı çarpıcı etkileri olabileceği yönündedir. Halen yapılan araştırmalar başlangıç aşamasında olsa da yanlış hizalanmış veya deforme olmuş kromozomları düzeltme fırsatı olabilir. Kromozom füzyonları ve yeniden dizilimlerinin, çocukluk lösemisi gibi sağlık problemlerine neden olduğunu biliyoruz. Bu araştırmayla kromozomal yeniden dizilimin türlerin evriminin ve üreme yalıtımının arkasında yatan itici güç olduğunu gösterilmiş oluyor.
İlk kez kayıt altına alındı: Orangutan, tedavi için tıbbi bitki kullandı. için yorumlar kapalıbilim, DENEY, Evrim
Almanya’daki Max Planck Hayvan Davranışları Enstitüsü ile Endonezya’daki Universitas Nasional’den bilim insanları, ilk defa bir orangutanın yarasını iyileştirmek için şifalı bir bitkiye başvurduğunu kayıt altına aldı.
Bilim insanları, orangutanların tıbbi bir bitkiyi doğrudan yaraya uyguladığını ilk defa gözlemledi.
Max Planck Hayvan Davranışları Enstitüsü’nden yapılan basın açıklamasına göre, Endonezya’nın Güney Açe bölgesindeki Gunung Leuser Milli Parkı’nı 1994’ten bu yana izleyen bilim insanları 2022’de Rakus adlı bir Sumatra orangutanının Güney Asya’da insanlar tarafından ağrı ve iltihap tedavisinde kullanılan şifalı bir bitkinin yapraklarını toplayıp çiğnediğini gözlemledi.
Yetişkin bir erkek orangutan olan Rakus’un daha sonra parmaklarını kullanarak bitki özlerini sağ yanağındaki yaraya sürdüğünü ardından da çiğnenmiş bitkiyi bandaj gibi kullanarak yarayı kapattığını kaydeden araştırmacılar, fotoğrafların, yaranın bir ayda sorunsuz şekilde iyileştiğini gösterdiğini aktardı.
Araştırmacılardan biyolog Isabelle Laumer, “İlk kez vahşi bir hayvanın oldukça güçlü bir şifalı bitkiyi doğrudan yaraya uyguladığını gözlemledik” ifadesini kullandı.
Söz konusu bitkinin orangutanlar tarafından nadiren yenildiğini kaydeden araştırmacılar, 30 yıldır izlenen parkta daha önce benzer bir davranışı gözlemlemediklerini vurguladı.
Çalışmayı yürüten araştırmacılardan Caroline Schuppli, yarayı başka bir orangutanla kavgada aldığı tahmin edilen Rakus’un bu davranışı parkın dışında yaşayan hayvanlardan öğrendiğini belirtti.
Araştırma Scientific Reports dergisinde yayınlandı.
İnsanın Yanlış Ölçümü ve Kuramsal Irkçılık: Kafa Yapısından Irk Tespiti Yapılabilir mi? için yorumlar kapalıbilim, Evrim
Stephan Jay Gould’un, dönemlerine göre ırkçılığı bilimsel açıdan meşrulaştıran bilim insanlarını anlattığı kitabının tanıtımı, antropolog Michael Little’ın bir söyleşisinden alıntı ile başlıyor: Kendi bilim dalımın tarihi hakkında pek konuşmamayı tercih ederdim; çünkü mahcup olurdum ve utanırdım.
İnsanın Yanlış Ölçümü ve Kuramsal Irkçılık: Kafa Yapısından Irk Tespiti Yapılabilir mi?
Stephen Jay Gould’un ünlü eseri İnsanın Yanlış Ölçümü (The Mismeasure of Man), tarihin en karanlık sayfalarından birini oluşturan bilimsel ırkçılığı ele alır. Kitap, özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda popülerlik kazanmış, insanların biyolojik farklılıklarını kullanarak ırksal hiyerarşiler yaratma çabalarını ve bu çabaların bilim adı altında nasıl meşrulaştırıldığını derinlemesine inceler. Gould, bilim insanlarının önyargılarını nasıl veri olarak sunarak ırksal eşitsizlikleri desteklediklerini ve bu süreçte bilimi nasıl yanılttıklarını gözler önüne serer.
Bilim ve Irkçılık: Kafa Yapısının Yanıltıcı Gücü
Gould’un kitabı, antropolog Michael Little’ın şu çarpıcı sözleriyle başlar: “Kendi bilim dalımın tarihi hakkında pek konuşmamayı tercih ederdim; çünkü mahcup olurdum ve utanırdım.” Little’ın bu sözleri, antropolojinin tarihindeki kuramsal ırkçılık ve bilimsel hataların derinliğini gözler önüne serer. Antropoloji, kafatası ölçümleri gibi yöntemlerle ırksal farklılıkları tanımlama girişimlerinde bulunmuş, ancak bu girişimlerin çoğu önyargılarla şekillenmiş ve yanıltıcı sonuçlar doğurmuştur.
Kafatası Ölçümleri ve Bilimsel Irkçılığın Kapsamı
yüzyılın sonlarına doğru geliştirilen frenoloji ve kraniometri gibi bilim dalları, bireylerin zekâlarını ve karakter özelliklerini kafatası biçimlerine göre değerlendirmeyi amaçlamıştı. Bu yöntemler, ırklar arası farkları bilimsel olarak kanıtlama iddiasındaydı. Ancak Gould, bu yaklaşımların bilimsel geçerliliğinin olmadığını ve daha çok, o dönemin toplumsal ve politik önyargılarını meşrulaştırma amacı taşıdığını gösterir.
Gould, özellikle Samuel George Morton’un kafatası ölçümleri üzerinde durur. Morton, çeşitli ırkların zekâ düzeylerini belirlemek için kafatası hacimlerini karşılaştırmış ve Afrikalılar ile yerli Amerikalıların beyazlardan daha düşük zekâya sahip olduğunu iddia etmiştir. Ancak Gould, Morton’un verilerini önyargılı bir şekilde seçtiğini, sonuçları manipüle ettiğini ve bilimsel objektiflikten uzaklaştığını kanıtlar.
Bilimsel Yöntemlerin Yanıltıcılığı
Gould’un çalışması, bilimsel yöntemin yanlış kullanımının nasıl büyük toplumsal zararlara yol açabileceğini gösterir. Kafatası ölçümleri gibi yöntemler, aslında bilimsel olarak doğru olmayan ve sadece önyargıları doğrulayan sonuçlar üretmiştir. Bu yöntemler, farklı ırklar arasında doğal bir hiyerarşi olduğunu iddia ederek, ırkçılığın bilimsel bir temele dayandığı yanılsamasını yaratmıştır.
Sonuç: Bilimsel Irkçılığın Reddi ve İnsanlık Onuru
Stephen Jay Gould’un İnsanın Yanlış Ölçümü eseri, bilimin yanlış yönlendirilmesi ve önyargıların bilimsel veri olarak sunulmasının tehlikelerini gözler önüne serer. Kafatası ölçümleri gibi bilim dışı yöntemlerle ırk tespiti yapmanın, bilimsel geçerliliği olmadığı gibi, insanlık onuruna da aykırı olduğu vurgulanır. Gould’un çalışması, bilimsel ırkçılığın yanlışlığını ve bu tür yaklaşımların toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini güçlü bir şekilde ortaya koyar. Bu eser, bilimin insan hakları ve eşitlik temelinde nasıl daha doğru ve adil bir şekilde kullanılabileceğine dair önemli dersler sunar.
Elpistostege Fosili, Denizden Karaya Çıkıştaki Kayıp Halkayı Tamamlıyor… için yorumlar kapalıevolution, Evrim, yaşam
Kanada’da bulunan bir fosil, balıkların denizden, karaya çıkışındaki eksik halkayı tamamlayabilir. Bu fosilin yüzgeçlerinde, kol, el ve parmaklara benzer kemikler var. Kanada’nın güneydoğusundaki Miguasha Ulusal Parkı’nda 10 yıl önce keşfedilen 157 cm uzunluğundaki fosil, 393 ila 359 milyon öncesine yani Geç Devonian dönemine tarihlenen ve sudan karaya çıkmayı deneyen önemli bir balık ailesine aittir. Bu maceracı canlıların sonuç olarak tetrapod ailesine yani tümüyle dört ayaklı omurgalılara evrildiği düşünülüyor. Bu aileye dinozorlar,sürüngenler,kuşlar,amfibiler,balinalar,yunuslar,foklar,deniz kaplumbağaları ve insanların da içinde olduğu memeliler giriyor. Gerçekten bir efsane gibi…
Sudan karaya çıkmak en büyük ve gizemli evrimsel basamaklardan biri olmasının yanında , kuru oksijenle nefes almayı geliştirmesi gerekiyor. Ayrıca bu balıkların kendi ağırlığını destekleyerek karada yürümesi gerekiyor. Fakat bu balıkların kendi ağırlığını destekleyerek karada yürümesi oldukça zor gözüküyor. İşte bu nedenle bazıları ilkel kollar geliştirmeye başlamıştı. Bilekteki humerus, radius, ulna, carpus kemikleri ile falanksların dizilimi hepsi bu zamanda oldu. Eğer balık gerçekten şanslı ise, bu mutasyonlar ona suyun kaldırma kuvveti olmadan gezinme şansı vermiş olabilir.
Bilekteki humerus, radius, ulna, carpus kemikleri ile falanksların dizilimi hepsi bu zamanda oldu. Eğer balık gerçekten şanslı ise, bu mutasyonlar ona suyun kaldırma kuvveti olmadan gezinme şansı vermiş olabilir. İşte bu yeni Elpistostege fosilinde biz bunlara bakıyoruz. “Bugüne kadar bilinen hiçbir balıkta yüzgeç kemikleri içinde hapsolmuş parmaklar bu denli açık bir şekilde görülmemişti. Yüzgeçte bulunan bu kemikler çoğu hayvanda bulunan el kemiklerine benziyor. Bu bulgular bizi omurgalıların balık kökenlerine götürerek, balıkların sudan çıkmadan önceki, ilk gelişen evrimsel omurgalı eli oluşumunu ifade ediyor” diyor Flinder Üniversitesi Paleontoloji’nde Profesör John Long
Geç Devonian Dönemi Evrimsel Biyoloji İçin Önemlidir Geç Devonian dönemi evrimsel biyologlar için çok önemlidir, çünkü insan vücudundaki çoğu sistem ilk bu dönemde göründü. Son on yılda bu alanda elde edilen bulgular bilim insanlarına solunum, işitme ve sindirim sistemlerinin erken dönem gelişimine ilişkin çok şey ifade etmektedir. Elpistostege aile ağacımızdaki en önemli boşluğu dolduran, en gelişmiş balık oluyor. Bir sürü dişi olan bu balık, bölgenin en büyük yırtıcısıydı. “Elpistostege’nin bizim atamız olmasına gerek yok. Fakat balıklar ve tetrapodlar arasındaki en yakın ve gerçek geçiş fosilidir.” diyor Universite du Quebec a Rimouski’den Richard Cloutier.