Kahve ya da Çay Tercihimizi Genler mi Belirler?

Güzel bir yemek sonrası ya da yorucu bir günün sonunda içmek istediğiniz içecek kahve mi olur  çay mı? Bu soruya verdiğimiz yanıt bu içeceklerdeki acı tadı nasıl aldığımıza etki eden genlerle ilişkilidir. Çay ve kahvenin acı bir tadı vardır çünkü ikisi de acı tada sahip olan kafein molekülü içerir. Kinin, acı tat veren diğer bir moleküldür ve kahvede kafeine ek olarak kinin de bulunur. Bilim insanlarının yaptığı güncel bir çalışmada kafein, kinin ve acı aromaya sahip yapay bir molekül olan propiltuourasil (PROP) moleküllerinin algılanmasını sağlayan acı tat reseptörlerini belirlediler. PROP, Brüksel lahanasında bulunan acı tatla aynı tada sahiptir.

Daha fazlasını oku

Korkunç Parazit, Peygamberdevelerinin Zihnini Kontrol Etmek İçin Genlerini Çalıyor

Yengeç, böcek, hamamböceği veya peygamber devesi gibi bir eklembacaklıysanız, at kılı solucanları en büyük kabusunuzdur. Nematomorpha şubesine ait olan bu parazitik omurgasızlar, 2 metre uzunluğa kadar uzayabiliyor ve başta tatlı su ortamları olmak üzere dünyanın her yerinde konakçı bulabilirler. Daha önce bir peygamberdevesinden çıkan uzun siyah solucana benzeyen bir canlıya çeşitli videolarda rastlamış olabilirsiniz. Asalak ya da parazitler, bir canlıya bağımlı olarak yaşayabilen ve üzerinde veya içinde yaşadığı canlıya zarar verebilen organizmalardır. Bu solucan benzeri canlı da bir parazittir. 

Daha fazlasını oku

Dikkat Mikrobiyatanız Öldükten Sonra Sizi Yiyor!

Her insan vücudu, sağlık için önemli olan trilyonlarca mikroorganizma topluluğunu içerir. Bu mikroorganizmalar, yiyecekleri sindirmenize, temel vitaminleri üretmenize, enfeksiyonlardan korunmanıza ve diğer birçok önemli işlevi yerine getirmenize yardımcı olur. Buna karşılık, bu mikroorganizmalar çoğunlukla bağırsaklarınızda, sabit bir yiyecek kaynağı ve sıcak bir ortamda yaşarlar. Peki siz öldükten sonra bu bağırsak mikroorganizmalarına ne oluyor?

Çürüyen Bedendeki Canlılar: Nekrobiyom Nedir?

Ölüm sonrası vücudun parçalanmasıyla mikroplarınız çevreye saçıldığında, gerçek dünyada hayatta kalamadığı bilinmekteydi. Ancak nekrobiyomu (çürüyen bir bedenin içinde, üzerinde ve çevresinde yaşayan mikroplar) inceleyen bir çevre mikrobiyoloğu ve ekibi yakın zamanda yayınlanan araştırmalarında mikroplarınızın siz öldükten sonra yaşamaya devam ettiğine dair kanıtlar paylaştı. Aynı zamanda bu kanıtlar yeni yaşamın gelişebilmesi için vücudun geri dönüştürülmesinde de önemli bir rol oynadığından söz ediyor.

Ölümden Sonra Mikrobiyal Yaşam Nasıldır?

Öldüğünüzde kalbiniz vücudunuza oksijen taşıyan kanın dolaşımını durdurur. Oksijenden mahrum kalan hücreler, otoliz adı verilen bir süreçle kendilerini sindirmeye başlar. Normalde enerji veya büyüme için karbonhidratları, proteinleri ve yağları kontrollü bir şekilde sindiren bu hücrelerdeki enzimler, hücreleri oluşturan zarlar, proteinler, DNA ve diğer bileşenleri parçalamaya başlar.

Bu hücresel parçalanmanın ürünleri, bakterileriniz için mükemmel besindir ve eğer onları kontrol altında tutacak bağışıklık sisteminiz ve sindirim sisteminizden gelen düzenli bir besin kaynağı olmazsa, bakteriler bu yeni besin kaynağına yönelirler.

Bağırsak bakterileri ve özellikle Clostridia adı verilen bir bakteri sınıfı, organlarınıza yayılır ve çürüme adı verilen süreçte sizi içten dışa doğru sindirir. Vücutta oksijen olmadığında anaerobik bakteriler, fermantasyon gibi oksijen gerektirmeyen enerji üretimine ihtiyaç duyar. Bu durum, çürüme sırasında belirgin kokulu gaz ile kendini belli eder.

Mikroplar ölmekte olan bedene uyum sağlamanın çeşitli yollarını geliştirmişlerdir. Batan bir gemideki fareler gibi, bakterileriniz de yakında konakçılarını terk etmek zorunda kalacak ve kolonileşecek yeni bir konakçı bulana kadar dünyada hayatta kalmaya çalışacaktır. Vücudunuzdaki karbon ve besinlerden faydalanmak onların sayılarının artmasını sağlamaktadır. Daha büyük bir nüfus, en azından birkaçının daha zorlu ortamda hayatta kalma ve başarılı bir şekilde yeni bir beden bulma olasılığının daha yüksek olduğu anlamına gelir.

Toprağa Gömülen Bedene Ne Olur?

Eğer toprağa gömülüyseniz, vücudunuz parçalandıkça mikroplarınız çürüme sıvısıyla birlikte toprağa akar. Tamamen yeni bir ortama girerler ve toprakta tamamen yeni bir mikrobiyal toplulukla karşılaşırlar.

İki farklı mikrobiyal topluluğun karışmasında popülasyonun yani yaşayan bakteri sayısının büyüklüğü; orada hangi topluluğun hakim olduğu ve hangi mikropların aktif olduğu, mikropların ne kadar çevresel değişim yaşadığı ve oraya ilk kimin geldiği gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Mikroplarınız, vücudunuzun içindeki sabit ve sıcak ortama uyum sağlayarak, sürekli yiyecek alırlar. Buna karşılık, toprak yaşamak için özellikle zorlu bir yerdir. Örneğin, kimyasal ve fiziksel değişimlerine ve sıcaklık, nem ve besin maddelerinde büyük dalgalanmalara sahip oldukça değişken bir ortamdır. Dahası, toprak hali hazırda, bu çevreye iyi adapte olmuş ve muhtemelen yeni gelenlere üstünlük sağlayacak ayrıştırıcılarla dolu olağanüstü çeşitliliğe sahip bir mikrobiyal topluluğa da ev sahipliği yapmaktadır.

Mikrobiyatanız Siz Ölseniz Bile Yaşıyor!

Mikroplarınızın vücudunuzun dışına çıktıklarında öleceklerini varsaymak kolaydır. Ancak bu konu üzerinde çalışan araştırma ekibi, vücut ile ilişkili mikropların DNA imzalarının, çürüyen bir bedenin altındaki toprakta, toprak yüzeyinde ve mezarlarda, vücudun yumuşak dokuları ayrıştıktan aylar veya yıllar sonra bile tespit edilebileceğini göstermiştir. Bu durum, bu mikropların hâlâ canlı ve aktif olup olmadığı, yoksa yalnızca uyku halinde olup yaşam sağlayacağı yeni bir konağı mı beklediği sorusunu gündeme getirmiştir.

Yapılan araştırmalar, mikroplarınızın yalnızca toprakta yaşamakla kalmayıp aynı zamanda vücudunuzun ayrışmasına yardımcı olmak için doğal toprak mikroplarıyla işbirliği yaptığını da göstermektedir. Laboratuvarda, toprağın ve konakçıyla ilişkili mikroplarla dolu çürüme sıvılarının karıştırılmasının, çürüme oranlarını arttırdığını göstermiştir.

Ayrıca konakçıyla ilişkili mikropların nitrojen döngüsünü arttırdığı da bulunmuştur. Azot yaşam için gerekli bir besindir, ancak Dünya’daki nitrojenin çoğu, organizmaların kullanamadığı atmosferik gaz halinde bulunur. Ayrıştırıcılar, proteinler gibi nitrojenin organik formlarının, mikropların ve bitkilerin kullanabileceği amonyum ve nitrat gibi inorganik formlara dönüştürülmesinde kritik bir rol oynar.

Bu araştırmadaki yeni bulgular, mikroplarımızın, proteinler ve nükleik asitler gibi nitrojen içeren büyük molekülleri amonyuma dönüştürerek, bu geri dönüşüm sürecinde muhtemelen rol oynadığını göstermektedir. Topraktaki nitrifikasyon bakterileri daha sonra amonyumu nitrata dönüştürebilmektedir.

Yazının devamını okumak için lütfen tıklayınız:https://www.bilimup.com/dikkat-mikrobiyataniz-oldukten-sonra-sizi-yiyor

Genetik Hastalıklarda Molekül İçi Epistatik Etkileşimler

SOYUT

Hastalıkla ilişkili genlerdeki amino asit değişimlerinin yapısal ve işlevsel etkisini etkileyen temel faktörlerden biri, arka plandaki genetik varyasyondur. Aynı gendeki birlikte evrimleşen pozisyonlar arasındaki epistatik etkileşimler, her bir bölgenin etkileşimde bulunduğu ortaklarla karşılıklı bağımlılığına yol açar. Bu etkileşimlerin rolünü destekleyen kanıtlar, insan dışı türlerin genomunda insan hastalıklarıyla ilişkili alellerin ortaya çıkmasıyla örneklendirilmiştir. Bu olguya çeşitli açıklamalar katkıda bulunabilse de, bir olasılık, patojenik etkiyi tamamen veya kısmen geri kazandırabilen ve protein yapısının ve düzgün işlevinin korunmasına katkıda bulunan telafi edici etkileşimli bölgelerin ortaya çıkmasıdır. Bu etkileşimler, burada belirli proteinler için literatür verilerinin analizi yoluyla yeniden ele alınan genetik bağlamlar yaratır; özellikle de doğuştan metabolizma hatalarında rol oynayan proteinlere odaklanır.

Daha fazlasını oku

Mitokondriyal hastalık riskini azaltan öncü teknolojiyle doğan bebeklerde ilk sonuçlar

Birleşik Krallık, 2015 yılında mitokondri bağışı teknolojisi olan pronükleer transferin kullanımına izin veren yasayı çıkaran ilk ülke oldu. Bu teknik, in vitro fertilizasyon (tüp bebek) yoluyla, yüksek risk altında olan ve tedavisi olmayan kadınlardan doğan bebeklerde mitokondriyal DNA hastalıklarının bulaşmasını sınırlamak için tasarlanmıştır. New England Journal of Medicine’de (NEJM) yayınlanan iki çalışma, bugüne kadar uygulanan ilk tedavilerin sonuçlarını açıklamaktadır. Bu tedaviler sonucunda mitokondri bağışı yoluyla sekiz bebek dünyaya gelmiş ve hastalık riski azalmıştır.

Daha fazlasını oku

Gen Haritalama ve DNA Dizileme Nedir? Sonuçların Analizi ve Genetik Varyant Türleri

Gen Haritalama ve DNA Dizileme Kavramları

Gen haritalama ve DNA dizileme/sekanslama farklı kavramlardır. Şöyle özetleyebiliriz:

  • Gen Haritalama: Genlerin bir kromozom üzerindeki yerlerini ve birbirlerine olan uzaklıklarını belirler. Daha genel bir harita sunar ve hastalıklarla ilişkilendirilen gen bölgelerinin bulunmasına yardımcı olur.
  • DNA Dizileme/Sekanslama: Genetik materyaldeki baz çiftlerinin (A, T, C, G) tam sırasını belirler. Gen haritalamadan daha ayrıntılıdır ve genlerin yapısını, mutasyonları ve varyasyonları tespit etmeyi sağlar.

Örnekle açıklarsak: Gen haritalama, bir kitabın içindeki bölümlerin hangi sırayla olduğunu anlamaktır; DNA dizileme/sekanslama ise, o kitabın tüm kelimelerini ve cümlelerini okumaktır.

Daha fazlasını oku

Bakterileri ‘Otostop Yapıp’ Gezerken İzleyin

Bu patojenik bakteri, yayılmasına yardımcı olan maya kümelerine tutunabiliyor.

Mikroorganizmaların ufak dünyası, büyük bir ölüm kalım savaşında rekabet eden mikroplarla dolu. Bu küçük yaşam formları bölge için rekabet ediyor, birtakım kirleticilerle besleniyor, düşmanlarına kimyasal kusuyor ve bulundukları alandan faydalanarak üstünlük kazanıyorlar.

Daha fazlasını oku

Genetik test nedir?

Genetik test, bir kişiyi genetik bir rahatsızlığa yakalanma açısından daha yüksek risk altına sokabilecek DNA’daki değişiklikleri ve varyasyonları araştırır.

  • Genetik testler, örneğin genetik bir rahatsızlığı doğrulamak veya dışlamak için bir kişinin DNA’sındaki farklılıkları arar.
  • Klinik testler genellikle kişiyi teste hazırlamak ve sonuçları açıklamak için bir doktor veya genetik danışman eşliğinde yapılır.
Daha fazlasını oku

Hücreler Savaş veya Kaçış Sırasında Nasıl İletişim Kurar?

Duyularımız tehlike veya tehdit gibi çevresel bir stres algıladığında, sinir ve endokrin sistemlerindeki hücreler vücudu harekete hazırlamak için yakın bir şekilde birlikte çalışır. Genellikle savaş veya kaç veya stres tepkisi olarak adlandırılan bu olağanüstü hücre iletişimi örneği, vücut boyunca anlık ve eş zamanlı tepkiler ortaya çıkarır.

Daha fazlasını oku

Sentetik Biyoloji: Yeni Yaşam Formları Yaratmanın Geleceği

Sentetik biyoloji, yaşamı anlama ve onunla etkileşim kurma biçimimizde dönüşüm yaratma potansiyeline sahip son teknoloji bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Canlı sistemlerin yapısını ve işlevini anlamak, tasarlamak, yeniden yapılandırmak amacıyla mühendislik ilkelerini kullanır.Sentetik olarak yeni biyolojik bileşenlerin, devrelerin ve sistemlerin oluşturulduğu bir alandır.

Bu yazımızda, sentetik biyolojiyi çevreleyen heyecan verici olasılıkları ve etik hususları keşfedeceğiz.

Yaşamın yapı taşları: DNA sentezi ve genetik mühendisliği

Sentetik biyolojinin kalbinde DNA sentezi ve genetik mühendisliği yatar. Araştırmacılar, DNA dizilerini manipüle ederek yeni genetik kodlar tasarlayabilir ve oluşturabilirler. Bu sayede tamamen yeni organizmaların ortaya çıkmasına veya mevcut organizmaların geliştirilmesine olanak sağlanabilir. Bu süreç sayesinde bilim insanları, hastalığa karşı artan direnç veya gelişmiş üretkenlik gibi istenen özellikleri organizmalarda tanıtabilirler. Böylece, tıp ve tarımdan enerji ve çevre korumaya kadar uzanan alanlarda fırsatlar dünyasının kapısı aralanmış olur.

Mikroplardan mega yapılara: Sentetik biyolojinin uygulamaları

Sentetik biyoloji, birçok alanda ciddi bir potansiyele sahiptir. Tıpta, ilaç üretebilen veya belirli hastalıkları hedef alabilen genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların gelişmesine yol açabilir. Tarımda, sentetik biyoloji mahsul verimini optimize edebilir, besin içeriğini geliştirebilir ve sürdürülebilir tarım uygulamaları yaratabilir. Ayrıca sentetik biyoloji alanında, bilim insanlarının atıkları verimli bir şekilde biyoyakıtlara dönüştürebilen mikroorganizmalar tasarladıkları biyoenerji uygulamaları da vardır. Tüm bunlara ek olarak, sentetik biyoloji zararlı kimyasallara ve malzemelere biyo-temelli alternatifler yaratarak çevrenin korunmasında çok önemli bir rol oynayabilir.

Yaşam formları tasarlamak: Biyoinformatik ve bilgisayar modellemesi

Biyoinformatik ve bilgisayar modelleme, sentetik biyoloji alanının ayrılmaz bir parçasıdır. Bilim insanları, hesaplama araçlarının gücünden yararlanarak karmaşık biyolojik sistemleri simüle ve analiz ederler. Böylece, yeni yaşam formlarının fiziksel olarak yaratılmadan önce davranışları tahmin edilir. Sonuç olarak; tüm bu analizler, genetik tasarımların optimizasyonuna izin verir, deneme yanılma deneylerinde zaman ve maliyeti azaltır. Bilgisayar biliminin sentetik biyoloji ile entegrasyonu, canlı organizmalar üzerinde daha verimli ve hassas mühendisliğin yolunu açar.

Etik hususlar ve önümüzdeki zorluklar

Sentetik biyolojinin potansiyeli yüksek olsa da önemli etik kaygıları da beraberinde getirir. Bilim insanları yeni yaşam formları yaratma becerisi kazandıkça güvenlik, ekolojik etki ve teknolojinin sorumlu kullanımı ile ilgili sorular ön plana çıkar. Yenilik ve tedbir arasında bir denge kurmak çok önemlidir. Sentetik biyolojinin etik ve sorumlu bir şekilde geliştirilmesini sağlamak için; bilim insanları, politika yapıcılar ve halk arasında sağlam düzenlemeler, risk değerlendirmeleri ve açık diyalog gereklidir.

Sentetik biyoloji, yaşamı tasarlama yeteneğimizde ileriye doğru dönüştürücü bir sıçramayı temsil eder. Araştırmacılar, farklı disiplinlerden ilkeleri birleştirerek arzu edilen özelliklere sahip yeni organizmalar yaratmanın mümkün olan sınırlarını zorlarlar. Ancak, gelişmekte olan bu alanda yol alırken, içerik oluşturucu rolünü oynamanın getirdiği etik kaygıları ve zorlukları ele almak çok önemlidir. Sorumlu düzenleme ve açık diyalog yoluyla, insanlık ve gezegen için daha iyi bir geleceği şekillendirirken, sentetik biyolojinin gücünden yararlanabiliriz.

Kaynak: Ana Kaynak için Tıklayın