PKOS’ta ekstraselüler sıvı miRNA’ları için yorumlar kapalısağlık
Soyut
Polikistik over sendromu (PKOS), hem üreme hem de metabolik işlevleri etkileyen yaygın bir endokrin rahatsızlıktır. Kapsamlı araştırmalara rağmen, PKOS’un kesin nedenleri hala belirsizliğini korumaktadır. Son çalışmalar, gen ekspresyonunu düzenleyen küçük, kodlamayan RNA’lar olan mikroRNA’ların (miRNA’lar) PKOS’u anlamak için kritik öneme sahip olabileceğini göstermektedir.
Mitokondriyal hastalık riskini azaltan öncü teknolojiyle doğan bebeklerde ilk sonuçlar için yorumlar kapalıBİLİM, DENEY, sağlık
Birleşik Krallık, 2015 yılında mitokondri bağışı teknolojisi olan pronükleer transferin kullanımına izin veren yasayı çıkaran ilk ülke oldu. Bu teknik, in vitro fertilizasyon (tüp bebek) yoluyla, yüksek risk altında olan ve tedavisi olmayan kadınlardan doğan bebeklerde mitokondriyal DNA hastalıklarının bulaşmasını sınırlamak için tasarlanmıştır. New England Journal of Medicine’de (NEJM) yayınlanan iki çalışma, bugüne kadar uygulanan ilk tedavilerin sonuçlarını açıklamaktadır. Bu tedaviler sonucunda mitokondri bağışı yoluyla sekiz bebek dünyaya gelmiş ve hastalık riski azalmıştır.
Türkiye’de yenidoğan uygulamaları prematüre bebek ailelerini nasıl etkiliyor? için yorumlar kapalıBİLİM
“Gezmeyi seven bir aileydik. Hamileliğimin 23’üncü haftasında doktor onayıyla beş günlük bir Amerika gezisine çıktık. Vardıktan bir gün sonra kendimizi acilde bulduk. Doğum başlamış… Doktorlar böyle bir bebeğin yaşasa bile engelli olma ihtimalinin yüzde 95 olduğunu söylediler… 48 saat sonra Can doğdu. Yaşama ihtimali yüzde 40’tı. Büyük bir travmaydı, daha önce böyle bir çaresizlik yaşamamıştık…”
İnci Candemir, 16 yıl önce ilk kez anne olma deneyimini BBC Türkçe‘ye bu şekilde anlattı.
Sağlık Bakanlığı’na göre Türkiye’de her yıl yaklaşık 120 bin aile prematüre bebek sahibi oluyor.
Bu erken doğumlar, yenidoğan ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alıyor.
BBC Türkçe‘ye konuşan uzmanlara göre prematüre bebekler için sağlık hizmetleri teknik açıdan çoğunlukla yeterli ancak bebek ve ailenin bütünsel sağlığı açısından iyileştirilebilecek yanları var.
Normal koşullarda anne-baba yanına verilen bebekler erken doğdukları takdirde yenidoğan acil servisine alınıyor ve haftalar, hatta aylarca burada kalıyorlar.
Buna karşın birçok ebeveynin doğum izni süresi 16 haftayla sınırlı.
Bu da aileleri bebekleri ve işleri arasında seçim yapmaya zorluyor.
Ebeveynlerin bebek yoğun bakımına erişmesine getirilen kısıtlamalar ve yenidoğan hemşirelerinin üzerindeki yük de prematüre bakımında sıkça dile getirilen sorunlar arasında.
Prematüre nedir, neden özel bakıma ihtiyaç duyar?
Normal koşullarda anne karnındaki bir bebeğin gelişimi 40 haftada tamamlanıyor.
Doğum 37’inci haftadan önce olduğunda bebekler prematüre olarak tanımlanıyor.
Resmi verilere göre Türkiye’de yaklaşık her 100 bebekten 13’ü bu süreden önce doğuyor.
Sağlık Bakanlığı’na göre yüksek riskli gebelikler, küçük ya da ileri yaşta gebelik, çoğul gebelik, tütün ya da bağımlılık yapıcı madde kullanımı ve yetersiz beslenme gibi faktörler erken doğum riskini artırıyor.
Prematüre bebeklerin birçoğu ilk andan itibaren nefes almak gibi temel yaşam fonksiyonlarını gerçekleştirmek için tıbbi desteğe ihtiyaç duyuyor.
İnci Candemir, oğlu Can’ın erken doğumundan sonra işini bırakmak zorunda kalmış.
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Esin Koç, “Bir bebek ne kadar erken ve düşük ağırlıkla doğmuşsa doğumdan sonra sorun yaşama riski o kadar artar” diyor.
“Uygun canlandırma yapılmadığında beyin ve diğer organlarda kalıcı hasar riski yüksektir; bu yüzden ilk anlar büyük bir özen ve uzmanlık gerektirir” diye ekliyor.
Koç, bu bebeklerin ilk nefeslerini alabilmeleri, kalp ritimlerinin dengelenmesi ve vücut ısısının korunması için deneyimli bir yenidoğan ekibinin gerekli olduğunu vurguluyor.
Erken doğan bebekler vücut ısılarını düzenleyemedikleri için ve olası enfeksiyonlardan korunmaları adına kuvözlerde izole ediliyorlar.
Genellikle emme ve yutma refleksleri yeterince gelişmediği için damardan veya tüp yoluyla beslenmeleri gerekiyor.
‘Kadınlar prematüre bebeğini bırakıp işe dönemiyor’
İnci Candemir bugün prematüre bebek ebeveynleri için danışmanlık yapıyor ve sosyal medyada kendisini takip eden binlerce kişiyle deneyimlerini paylaşıyor.
Candemir’e göre prematüre bebeklerinin ailelerinin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri doğum izinlerinin yeterli olmaması.
Oğlunun erken doğmasının ardından beş gün planladığı Amerika seyahatinin 135 gün sürdüğünü anlatıyor ve ekliyor:
“Öncesinde uluslararası bir şirkette beyaz yakalı bir çalışandım. Ama Can hastaneden taburcu olduğunda 16 haftalık doğum iznim çoktan bitmişti. Ben de işimi bırakmak zorunda kaldım.”
Türkiye’de kadınların doğum izni 16 hafta.
Babalık izniyse memurlar için 10, özel sektör için beş gün.
Candemir, devlet memuru olan kadınların erken doğum yapmaları durumunda refakat izniyle bu süreyi uzatabildiğini söylüyor.
Refakat izni en fazla üç ay süreyle veriliyor.
Bu durum birçok anne-babayı işi ve bebeği arasında seçim yapmak zorunda bırakıyor.
Candemir, “Kimse preamütüre bebeğini bırakıp işe gidemiyor, zaten müthiş bir suçluluk duygusu hissediyorlar, neredeyse tümü işini bırakıyor” diyor.
Kamu hastaneleri yeterli mi?
BBC Türkçe‘ye konuşan uzmanlar, Türkiye’deki kamu hastanelerinin çoğunun prematüre bebeklerin ihtiyaç duyduğu ileri bakım teknolojilerine sahip olduğu konusunda hemfikir.
Ancak yatak sayısının yetersiz olduğunu vurguluyorlar.
BBC Türkçe‘ye konuşan İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu, kamudaki yatakların “yeterli olmadığını” söylüyor.
Türkiye’deki yenidoğan bebek bakım kapasitesinin “yarısından fazlasının” özel hastanelerde olduğunu ekliyor.
Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Esin Koç da “Özel hastanelerde çok daha fazla olan yoğun bakım yatak sayısının kamu hastanelerine kaydırılması, bölgesel dengesizliklerin giderilmesi ve sağlık personelinin bu alanda uzmanlaşması, prematüre bebek bakımında daha sürdürülebilir, erişilebilir ve denetlenebilir bir yapı oluşturulmasını sağlayacaktır” yorumunu yapıyor.
‘Uzman hekim ve hemşire eksikliği bakım kalitesini olumsuz etkiliyor’
Prematüre bebeklerin bakımında kritik faktörlerden biri uzmanlaşmış yenidoğan hekimleri ve hemşireleri.
Prof. Dr. Esin Koç, Türkiye’de yenidoğan uzmanı hekimlerin ve hemşirelerin sayısının yetersiz olduğunu söylüyor.
Koç, bu bebeklerin bakımında kritik bir role sahip olan yenidoğan uzmanı hekimlerin ve hemşirelerin sayıca eksikliğinin bakım sürecinin kalitesini doğrudan etkilediğini belirtiyor.
Bunun sonucunda yenidoğan servislerinde ciddi bir iş yükü oluştuğunu ekliyor.
Kamu hastanelerinde ebeveynlere gönüllü danışmanlık veren İnci Candemir, yenidoğan servislerinde hemşirelerin iş yükünün “çok ağır” olduğunu vurguluyor:
“Bu hemşirelerde ‘burn-out’ [tükenmişlik] sıklıkla görülür, zaten sürekli birileri başka bölümlere gider yerine yenileri gelir… Küçücük bebeklerden kan almak, kaybettiklerinde bunu anne-babalarına söyleyen kişi olmak ve bunu gece-gündüz demeden yapmak inanılmaz bir yük.”
‘Bazı aileler için hastaneye gidiş gelişler bile sorun olabiliyor’
Erken doğan bebekler, hastaneden taburcu olduktan sonra da özel bakıma ihtiyaç duyuyor.
Bu bebeklerin özel mamalarla beslenmeleri, fizyoterapi, ergoterapi ya da akciğer gelişimleri için kritik olan surfaktan maddesini içeren ilaçlarla desteklenmeleri gerekiyor.
Küçükosmanoğlu, ailelerin sosyo-ekonomik durumuna göre bu ihtiyaçları karşılamakta zorlanabildiğini söylüyor.
“Devlet bu masrafların bir bölümünü karşılıyor ama bazı aileler için hastaneye gidiş gelişler bile sorun olabiliyor” diye ekliyor.
BBC Türkçe‘ye konuşan El Bebek Gül Bebek Derneği Başkanı İlknur Okay, Türkiye’de prematüre bebeklerin sağlık takiplerinin ayrı ayrı randevularla sürmesinin sorun olduğunu belirtiyor.
Bu süreçte pediatrik kardiyologlardan göz hastalıkları uzmanlarına ve solunum terapistlerine kadar gibi farklı uzmanlık alanlarından sağlık profesyonelleri rol alabiliyor.
“Ailelerin her bir kontrol için ayrı randevu alması ve hastanelere götürmeleri gerekiyor ancak prematüre takip merkezi olsa işler kolaylaşır, bebekler enfeksiyonlara açık hale gelmez” diyor.
‘Ebeveynler ünitelere girebilse çeteler bu kadar cesur davranamazdı’
Prematüre bebeklerle ilgili çalışan sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Türkiye’de yenidoğan acil servislerinde ailelerin bebeklerinden ayrılmasının önemli bir sorun olduğunu savunuyor.
Bu uygulamayla ailelerin bebekleriyle sınırlı sürelerde vakit geçirmesine izin veriliyor.
Süreler hastaneden hastaneye değişiyor.
İlknur Okay, gelişmiş ülkelerde “sıfır ayrılık politikası”yla yenidoğan acil servislerinin “aile merkezli” hale getirildiğini belirtiyor.
Son araştırmaların bu uygulamanın olumlu etkilerini ortaya koyduğunu aktarıyor:
“Bebekler anne-babasından ayrılmadığında solunum cihazından daha hızlı çıkıyor, ailenin psikolojik durumuna olumlu katkı sağlıyor, annenin süt verimini, bebeğin bağlanmasını da olumlu etkiliyor.”
İnci Candemir de ABD’de doğum yaptığı hastanede aile merkezli bakım uygulandığını ve oğulları Can’ın birçok riski atlatıp 16 haftada taburcu olabilmesinde bunun katkısını hissettiklerini belirtiyor:
“Tüm süreyi içeride geçirebiliyorsunuz, sadece annenin uyumasını istedikleri için yedi-sekiz saat eve gönderiyorlar… Anne babanın sesini kaydedip bebeğe dinletiyorlar; ten-tene temas, yoksa sabit dokunuşla şifa verme gibi uygulamalar vardı” diyor.
Okay, yoğun bakıma erişimin artırılmasının “yenidoğan çetesi” olarak bilinen oluşumların da önüne geçebileceğini savunuyor.
Okay, “Anneler-babalar ünitelere 7-24 girebiliyor olsaydı bu çeteler de bu kadar cesur davranamazlardı” diyor.
Ancak İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu, bu uygulamaların yapılabilmesi için, koşulların uygun olması gerektiğinin altını çiziyor.
Dr. Küçükosmanoğlu bunun ancak “personel eksik değilse, yoğun bakım alanı yeterliyse, anneye babaya hijyeni sağlayacak eğitim verilebiliyorsa” mümkün olabileceğini vurguluyor.
‘Aileler umutsuzluğa kapılmasın, bebekleri çok güçlü’
Prematüre annelerinin doğum sonrasındaki ilk birkaç ayda depresyon riskinin diğerlerinden daha fazla olması bekleniyor.
İnci Candemir, annelerin bu süreçle ilgili kendilerini suçlamaya meyilli olduğunu vurguluyor.
Toplumsal bilinçsizliğin de bu hissi kamçıladığını söylüyor.
Esin Koç, Türkiye’de bazı hastanelerde, prematüre aileleri için eğitimler ve psikolojik destek hizmetleri sunulduğunu ancak bunların yaygınlaştırılması gerektiğini tavsiye ediyor.
İlknur Okay ailelerin yalnızca fiziksel değil ruhen de desteklenmesi gerektiğini söylüyor.
Candemir, erken doğum yapan anne babalara “umutsuzluğa kapılmamalarını” tavsiye ediyor ve ekliyor: “Bebekleri çok güçlü, morallerini yüksek tutup doğru bilgiye ulaşmaya çalışsınlar.”
DOĞUM ANINDA BİR BEBEĞİN GÖRÜNÜŞÜNÜ GÖRMEK İSTER MİSİNİZ? için yorumlar kapalı
Amniyotik kese içinde bir bebeğin doğuşu, nadir görülen ve büyüleyici bir doğum anıdır. Bu durum halk arasında ” gömlekli doğum” olarak bilinir. Bebek, kese bütün haldeyken doğar ve bu, bebeğin anne karnındaki son anlarını canlı bir şekilde görmemizi sağlar
Kaynak: Anatomi hakkında bilgi sayfasından alınmıştır.
Nikotinin vücudundaki zararlı etkileri uzun süredir bilinmektedir, ancak son yıllarda yapılan araştırmalarda, nikotinin maruz kaldığı yalnızca kalan bireyler değil, aynı zamanda gelecek nesillerin de bulunacağı gösterilmiştir. Epigenetik mekanizmalar yoluyla gerçekleşen bu geçiş, özellikle fareler üzerinde yapılanlar gözlemlenmiştir. Nikotin maruziyeti, sigara içiminin yanı sıra, doğum sırasında annenin sigara kullanımı veya pasif içicilik yoluyla da gerçekleşebilir. Bu durum, yavrularda kalıcı biyolojik etkiler bırakabilen epigenetik değişikliklere neden olabilir. Bu temel, nikotinin epigenetik ebeveynden yavruya nasıl geçebileceği ve bu süreçte ortaya çıkan biyolojik etkiler ele
Epigenetik ve Kalite Etk.
Epigenetik, genetik dizilimde herhangi bir değişiklik olmaksızın, gen ifadesinde kalıcı ya da geçici değişikliklere neden olan birimi ifade eder. Bu mekanizmalar arasında DNA metilasyonu, histon modifikasyonları ve küçük RNA’ların düzenlenmesi yer alır. Özellikle nikotinin, DNA metilasyonu gibi epigenetik parçacıkları etkileyecek düzeyde kalıcı değişikliklere yol açabileceği bilinmektedir. Simmons ve ark. (2009)
Nikotin Maruziyetinin Epigenetik Mekanizmalar Üzerindeki Etkisi
Nikotinin epigenetik etkilerinin en iyi çalışılan modellerden biri farelerdir. Huang ve ark. (2017) tarafından yapılan deneylerde de fareler kullanılmış olumlu geri dönütler alınmıştır.
Nikotinin epigenetik tetikleme oranları genellikle oksidatif stres ve seçenekleriyle ayarlanabilir. Nikotin, oksidatif stresin artan yol açıcı DNA hasarını tetikleyebilir ve bu da DNA metil transferaz (DNMT) enzimlerinin parçalanmalarına neden olabilir. Bu kişilerin aktiviteleri, genlerin metilasyon paternlerini değiştiren performanslarda ciddi bozulmalara neden olabilir.
Nikotinin Ebeveynden Yavruya Epigenetik Aktarımı
Nikotinin epigenetik etkilerinin ebeveynleri üzerinden yavrulara aktarılabilmesi, fareler üzerinde yapılan örneklerle desteklenmiştir. Rehan ve ark. (2011)
Nikotinin epigenetik mekanizmaları yoluyla nesilden nesile aktarılabilir, fareler üzerinde yapılan deneylerle güçlü bir şekilde desteklenmektedir. Nikotin maruziyeti, DNA metilasyonu gibi epigenetik parçalar bozarak, sadece maruz kalan bireylerde değil, onların yavrularında da kalıcı biyolojik etkiler yaratabilmektedir. Bu durum, özellikle üreme sırasında nikotin maruziyetinin uzun süreli sağlık sorunlarına yol açabileceği ve bu etkilerin yalnızca bir nesille sınırlı kalabileceği gösterilmiştir. Epigenetik mekanizmalar, bu genişliklerin daha iyi anlaşılmasını sağlamakta ve nikotinin biyolojik etkilerinin daha geniş bir perspektifle değerlendirilmesine olanak tanımaktadır.
Kaynaklar
Simmons, RA, ve diğerleri (2009). “Gebelikte Nikotin Maruziyeti Yavrularda Akciğer Gelişimini Değiştiriyor: Farelerde Yapılan Bir Çalışma.” Solunum ve Kritik Bakım Tıbbı Dergisi .
Huang, L., ve diğerleri (2017). “Anne Nikotin Maruziyeti Yavruların Gelişen Beyninde DNA Metilasyon Değişikliklerine Neden Olur.” Epigenetik ve Kromatin .
Rehan, VK, ve diğerleri (2011). “Rahimde nikotin maruziyeti fetal akciğer gelişimini değiştirir ve yavruları solunum yolu hastalıklarına karşı epigenetik olarak programlar.” Moleküler Genetik ve Genomik .
İnsan Bebekleri Daha 6 Aylıkken Yeni İletişim Metotları Geliştirip Kullanabiliyor! için yorumlar kapalıembriyoloji, gelişim
Northwestern Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırma, bebeklerin iletişim konusundaki esnekliğiyle ilgili çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Yetişkinlerin, örneğin duman işaretleri veya Mors kodu gibi yeni iletişim yöntemlerini keşfetme ve kullanma yeteneklerinin uzun zamandır bilindiği gibi, bu esnekliğin aslında 6 aylık bebeklerde bile gözlemlenebildiği keşfedildi.
Bu araştırmaya göre, bebekler daha ilk aylarda, çevrelerindeki insanlarla etkileşim kurarken yeni iletişim metotları geliştirme eğilimindeler. Özellikle ebeveynleriyle ve diğer bakıcılarıyla kurdukları sesler, mimikler, hareketler ve hatta dokunuşlar gibi çeşitli araçlarla kendilerini ifade etmeye yönelik girişimlerde bulundukları gözlemlendi. Yani, bebekler belirli bir dil yetisine sahip olmasalar bile, karşılarındaki insanların dikkatini çekmek ve taleplerini iletmek için kendi iletişim yollarını geliştirebiliyorlar.
Araştırmanın Detayları:
Metot: Araştırmacılar, 6 aylık bebeklerin çevrelerindeki nesnelerle ve yetişkinlerle etkileşimde bulundukları doğal anları incelediler. Bebeklerin çıkardıkları sesler, göz teması ve vücut hareketleri incelenerek onların bu davranışlarının ardındaki iletişim amacı analiz edildi.
Sonuçlar: Bebeklerin, henüz konuşmayı öğrenmeden önce bile, kendilerine özgü sinyaller ve davranışlar geliştirerek etraflarındaki insanlarla iletişim kurabildikleri görüldü. Bu sinyaller arasında el hareketleri, belirgin mimikler ve çeşitli ses kombinasyonları yer aldı.
Bu bulgular, insanın iletişim yetisinin doğuştan gelen esnekliğini gösteriyor. Bebeklerin hızlı öğrenme yetenekleri ve çevrelerine uyum sağlama kapasiteleri, dil gelişiminin temelini oluşturan bu iletişim becerileriyle yakından bağlantılıdır.
İletişim Esnekliği:
Bebeklerin bu yeteneği, ilerleyen yaşlarda öğrenilecek dilin veya dil dışı diğer iletişim yöntemlerinin (örneğin işaret dili, sembolik dil) temelini oluşturabilir. Bu da, insan beyninin erken dönemlerde bile çevresine uyum sağlama ve iletişim kurma konusunda ne denli güçlü olduğunu gösterir.
Bu çalışma, bebeklerin dil ve iletişim becerileri hakkında yeni ufuklar açarken, erken çocukluk dönemindeki öğrenme süreçlerinin daha derinlemesine anlaşılmasına da katkı sağlamaktadır.
Kaynak: Bilimsel paylaşımlar sitesinden edilen bilgiler ışığında yapay zeka yardımıyla oluşturuluş bir bilgilendirme metnidir.
Erken menopoz gerçekten korkunç bir şey mi? için yorumlar kapalıbilim, sağlık
Farklı ülkelerde değişiklik göstermekle birlikte, bir kadının adet döngüsünün 40-45 yaşlarından önce sona ermesi erken menopoz olarak tanımlanıyor.
Peki bir kadının yumurtalarının ortalamadan daha erken bir yaşta bitmesi bu kadınlara neler hissettiriyor, süreç nasıl geçiyor?
Erken menopoz deneyimiyle ilgili bir kitap da yazmakta olan Pınar Mavi, yaşadıklarını BBC Türkçe için kaleme aldı:
Neyi yanlış yaptım?
Ben anne olma umudumu ilk olarak jinekoloğumun bekleme salonundan odasına yürüdüğüm dokuz adımda kaybettim. Adım sayımı biliyorum çünkü adımlarımı saymazsam donup kalacağımı biliyordum.
Test sonuçlarımı masaya bıraktığımda doktorumun yüzünden bir üzüntü dalgası geçti.
Ancak yine de sakin ve yumuşak ses tonuyla cümleler kurdu, ben yalnızca birkaçını duyabildim.
“Menopoz, sebebini bilmiyoruz, genetik, travma, ağır metal. Üzgünüm, keşke…”
Derin bir nefes aldıktan sonra kafamda tek bir soruda birleşen tüm seslerin bağırdığı cümleyi söyledim: “Neyi yanlış yaptım?”
Aylardır yanımda biri varken durdurmayı başardığım gözyaşları bu sefer otoriteme karşı gelerek aktılar.
Dişiliğimi mi kaybettim?
Doğumdan sonra ilk duyacağım o sihirli koku bir anda uçup gitti, yeğenlerimle Ege kumsallarında kumdan kale yapacak çocuklarımın görüntüsü, annemle beraber doğumdan önce kıyafet alışverişine çıkacağımız an, babamın koca elleriyle ilk mama yedireceği anla beraber havaya karıştı.
Ablama yeğenini ilk kucağına aldığında artık sen de anne yarısısın cümlesini asla söyleyemeyecek olmak canımı o kadar yaktı ki nefes alamadım.
Kendimi sokaklara bırakırken, ilk kez bir sonraki adımımın ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Hayatta hiçbir şey kontrolümde değildi.
Hayat beni pas geçip kendi yoluna gitmişti, artık öteki olmuştum. Asla normal olamayacaktım.
Yalnız anne olma ihtimalimi değil, aynı zamanda artık kadınlığın neresinde durduğumu bilmeden 32 yaşımda dişiliğimi de kaybetmiştim.
Nereye gittiğimi umursamadan yere bakarak, donuk gözlerle yürürken, çok uzun sürecek yas döneminin başında olduğumu bilmiyordum.
Doğacağı hayalini kurduğum çocuklarımın mı, yoksa kadınlığımın mı yasını tuttuğumu da uzun süre anlayamayacaktım.
Her şey çok hızlı oldu
Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, iki ay regl olmayınca, strestendir diye düşünüp yine de emin olmak için kan testi yaptırmış, sonuçların ‘Post-meno’ referans aralığında olduğunu görünce inanamıştım.
Post-meno’nun menopoz sonrası anlamında olmasına imkan olamazdı, kesin yanlış anlamıştım. Ancak internette açtığım her sayfa aşağı yukarı aynı kelimelerle açıklıyordu.
Belki de menopozun annemin arkadaşlarıyla 50’li yaşlardan sonra espri konusu yaptıkları, çok da ilgimi çekmeyen, vakti gelince düşünürüm dediğim reglinin bitmesinden farklı bir anlamı vardı?
Daha 32 yaşımda yumurtalıklarım hormon musluklarını bir daha açmamacasına kapatmış olamazdı değil mi?
Daha birkaç ay önce kontrole gittiğimde jinekoloğum yumurtalıklarımın çok sağlıklı göründüğünü ve çocuk için zamanlamanın çok uygun olduğunu söylemişti.
Kesin bir hata vardı.
Prematür menopoz 40 yaşın altındaki kadınların yüzde birinde görülüyor
Sonraki haftalarda sonuçlara farklı bir açıklama umuduyla bulduğum her internet sitesini, her kaynağı okudum ancak bir kez menopoza girince bir daha geri dönüş olmadığını ve 40 yaştan önce menopoza prematür menopoz, 45 yaş öncesi menopoza ise erken menopoz dendiğini öğrendim.
Prematür menopoz kadınların yüzde 1’inde görülürken, 35 yaş altında yüzde 1’den de düşük olmalıydı diye düşünerek 1-2 kan testi daha yaptırdım.
Sonuçta menopoza yol açabilecek hiçbir hastalığım da yoktu.
Neredeyse aynı sonucu aldığım testlerle gittiğim jinekoloğum hormon tedavisi ve sonrasında yumurta sayısını ölçen AMH testi sonuçlarını görmeden teşhis koymanın yanlış olduğunu söylediğinde içimdeki umut daha da büyüdü.
Ta ki AMH test sonucunun da diğer sonuçlarını desteklediğini gördüğüm bekleme salonundan doktorun odasına attığım dokuz adıma kadar.
Artık kaçacak hiçbir köşe kalmamıştı.
‘Sen de artık bir çocuk yapıver’
Kafam o kadar karışıktı ki vicdan azabı, utanç, yalnızlık, dışlanma, ötekileşme, derin üzüntü, eksik kalmışlık, kayıp hislerinin arasında gidip gelirken, dışarıya yalnız güler yüzümü gösterebildim.
Bana sağlıklı ve mutlu yaşamak istiyorsam hemen hormon terapisine başlamam gerektiğini buyuran doktorlara, artık yaşın gelmiş çocuk yap diyen taksi şoförlerine, komşu teyzelere, rastgele yanlarına oturduğum insanların o hiç kendini tekrar etmekten sıkılmadıkları “Kaç çocuğun var?” sorusuna hep kaçamak şakalar ya da yalandan gülümsemelerle cevap verdim.
Hayatın bana karşı adaletsizliğine öfkelendim, içimi acıtan, insanların günaydın der gibi kendilerinde hak görerek “E sen de artık bir çocuk yapıver” sözlerine dürüstçe cevap vermekten yıllarca kaçtım.
Ne kendi hüznümle, ne de içimdeki kırıkla yüzleşemedim. Yüzleşmeye nereden başlayacağımı bilemedim.
Onun yerine bambaşka çözümlere odaklandım. Evlat edinme girişimleri, yumurta nakli operasyonu, mucizevi yumurtalık uyandırma operasyonu…
Erken menopoz çocuk sahibi olma ihtimalini de etkiliyor
Ama birgün hepsinden yorgun düştüm. Sanki neden koştuğumu bilmeden dünyanın en uzun maratonuna katılmış, zaten yorgun olan ruhumu iyice itip kakmıştım.
Bu maraton aslında menopoza girdikten sonra başlamamıştı, kız çocuk olarak doğduğum gün anne olmaya da programlanmaya başlamıştım.
Çocukken kaç kişi “Büyünce kızın mı, oğlun mu olsun?” diye sormuştu, daha yumurtayı bir tek tavuktan gelir zannedecek kadar küçükken, “Yere çıplak ayak basma yumurtalıklarını üşütürsün, çocuğun olmaz” lafını acaba kaç kere duymuştum.
“Anne olunca anlarsın” demişlerdi, “Ancak o zaman kendinden çok başkasını düşünmeyi öğrenirsin”… Cennet bile annelerin ayağı altındaydı!
Felaket tellallığı
Maratona otomatik olarak girmiştim ancak beklemediğim menopozla beraber denediğim her yöntemden de başarısızlıkla çıktıktan sonra artık annelikten diskalifiye olmuştum.
Anne olmadan aile de kuramazdım ya, tanıma tersti, demek ki bütün olamadan, birey olarak ölecektim. Hem de kadınlığın “en kötü hastalığına” bir de erken kapılmış olduğumdan kesinlikle acı içinde…
Menopozla ilgili yazılıp çizilen her şey de bu görüşü destekliyordu:
“Kadınların kaçınılmaz Kabusu Menopoz”, “Yaşlandırır, şişmanlatır, cinsel isteği köreltir, vücudun şeklini bozar, göbek etrafında yağ biriktirir, kas ve kemikleri eritir, kemik kırıklarından ölüme sebep olur, sinirleri allak bullak eder, yüze ateş bastırır, toplum içinde utandırır, geceleri terletmekten uyku falan bırakmaz, gençliği alır götürür, unutkanlık yapar, içe kapandırır, kolay sinirlendirir, vajinayı sarktırır, deriyi inceltir, kırışıkları artırır, hormon kullanılırsa kanser yapma riski vardır, ama kullanılmazsa da kanser riski vardır…” ve daha nice olumsuz, korkutucu önerme.
Tek bir ağızdan yazılmış gibi “bilgi” adı altında felaket tellallığı yapan sitelerde tekrar tekrar aynı önermeleri okuduktan sonra içimden tek bir cümle yükseldi: “Öyle kadınlık olmaz olsun.”
Afganistan’da hamile kadınlar ölüm korkusu ve çaresizlikle doğumlarını bekliyor için yorumlar kapalıembriyoloji, kadın, yeni doğan sağlığı
Afganistan’da birçok hastanede kuvöz ve yoğun bakım olanakları bulunmuyor
Syed Anwar ve Swaminathan Natarajan, BBC Dünya Servisi
Afganistan’da hamile kadınlar, birçok sağlık tesisi ve doğumevinin kapanmasıyla birlikte, sağlık hizmetlerine erişimde sorun yaşıyor. Ülkede pek çok kadın, hamilelik sırasında önerilen en az dört doktor muayenesini gerçekleştiremiyor.
Kuzey Badahşan eyaletinde yaşayan ve altı aylık hamile olan Ferhunde isimli kadın, “İkinci bebeğimin doğumunun benim ya da bebeğimin ölümüne neden olmasından korkuyorum” diyor.
Ferhunde, bebeğini Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından işletilen 60 yataklı bir doğum hastanesinde dünyaya getirmeyi planlamıştı. Ancak hastanenin doğum ünitesi Temmuz ayından beri kapalı.
“İlk çocuğumu sezaryenle doğurmuştum. Bu sefer ne olacağını bilmiyorum” diyen Ferhunde durum hakkında çok endişeli olduğunu dile getiriyor.
BBC Afgan Servisi, Ferhunde gibi genç kadınlardan, ülkedeki doğum hizmetlerinin ne denli sıkıntılı olduğunu gösteren pek çok tanıklık dinledi.
Kadın doğum hizmetlerindeki olanaksızlıklar
Badahşan insanlar arasında büyük ölçüde ülkede “doğum yapmak için en kötü yer” olarak biliniyor. Dağlık, engebeli ve ulaşılması zor olan bu bölgede WHO tesisi, kadınlar için çok ihtiyaç duyulan bir can simidiydi.
Afganistan’daki WHO yetkilileri, BBC’ye yaptığı açıklamada, finansmandaki önemli eksiklik nedeniyle hastanenin doğum ünitesini kapatmak gibi zor bir karar aldıklarını söyledi.
BBC’nin konuştuğu doğum ünitesinin eski bir çalışanı, servis kapatılmadan önce “hastanede günde 15’e kadar sezaryen ameliyatı yapıldığını” söyledi.
Hastane genellikle aşırı kalabalıktı.
WHO yetkilisi, “Bu hastanede histerektomi ve sistektomi gibi başka ameliyatlar da yapılıyordu” dedi.
Badahşan’da faaliyette olan diğer tek doğum hastanesi, hayır kurumu Ağa Han tarafından finanse ediliyor. İki uzman ve dört doktorun görev yaptığı 30 yataklı hastane artan taleple başa çıkmakta zorlanıyor.
Bölgeye en yakın hastane Kunduz’da. O da arabayla neredeyse beş saat uzaklıkta. Pek çok kişi Ferhunde gibi araba kiralayamayacak kadar yoksul. Para bulsa bile doğum için Kunduz’daki hastaneye kabul edileceğinin garantisi yok, ki orası da aşırı kalabalık.
Ölüm sayıları kötüleşiyor
UNICEF verilerine göre 2020 yılında kaydedilen son anne ölüm oranı 100 bin doğumda 620 ölümdü. Bu oran küresel ortalamanın neredeyse üç katı.
UNICEF raporuna göre “Afganistan bebek, çocuk ya da anne olmak için dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri olmaya devam ediyor” denildi ve sağlık kuruluşlarına erişimin zorluğundan bahsedildi.
2023 yılında her 1000 doğum için 37 bebek ölümü bildirildi.
Afganistan’ın beşinci büyük şehri olan Celalabad’dan bir doktor, bebek ölümlerinin anne ölümlerine kıyasla daha hızlı arttığını söyledi.
Celalabadlı doktor, “Devlet hastanelerinde prematüre bebekleri tutacak olanaklarımız yok. Doğum sırasındaki komplikasyonlarla başa çıkmak için şartlarımız çok kötü” diye devam etti.
Ebe eksikliği
Yakın tarihli bir UNICEF raporuna göre, kadınların üçte biri sağlık kuruluşu olmayan yerlerde doğum yapıyor.
Taliban’ın getirdiği sosyal kısıtlamalar nedeniyle sağlık çalışanları seyahat etmekten çekiniyor.
Bu da birçok kadının eğitimsiz kadın akrabalarına ve komşularına bağımlı olduğu anlamına geliyor.
Kandahar şehrinin ücra bir bölgesinde görev yapan bir ebe, “Bölgede doğum hizmetlerinin olmaması nedeniyle bazı kadınlar evde doğum yapıyor ve bu yöntem tıbbi destek ve temel hijyen açısından tamamen standart dışı” diyor.
Ebe, “Köylüler bir keresinde sabah saat ikide doğum yapmış bir kadın getirmişlerdi ama plasenta dışarı çıkmamıştı” diye devam etti.
Aile gün doğumuna kadar bekleyip sonra kadını hastaneye yetiştirmiş.
“Çok acı çekiyordu. Elimizden gelenin en iyisini yaptık ve kadın acılarından kurtuldu.”
Ebe, birkaç saatlik hafif bir gecikmenin bile ölümcül olabileceğini dikkat çekiyor.
Kadınların sadece küçük bir yüzdesi hastane ücretlerini karşılayabiliyor.
Kabil’deki özel Shefajo kliniğinin bekleme odasında, yedi kez düşük yapmış 35 yaşındaki Musrsal ve dört kez düşük yapmış 20 yaşındaki Hamida ile tanışıyoruz.
Travmaları hala taze.
Fiziksel olarak bitkin ve duygusal olarak da yıpranmış görünen Musrsal, “Ne zaman bir çocuk kaybetsem, hafızamın yarısını kaybetmiş gibi hissediyorum. Saçlarımın yarısını kaybettim. Her çocuk kaybında ruhsal sorunlar yaşıyorum,” diyor.
Musrsal, doktorların kendisine düşük nedeninin “iyi beslenmemek ve kilo almak” olduğunu söylediğini hatırlatıyor.
Musrsal’ın çoğu Afgan kadının aksine hala bir devlet işi var, besleyici iyi gıdalar tüketiyor ve fiziksel olarak zorlayıcı işler yapmıyor.
Hamide, kliniğe ipek bir çarşaf ve parmakları kınalanmış halde giriyor. Yüzü açık.
“Son düşüğümü yaklaşık altı ay önce yaptım. Ondan sonra Kandahar, Quetta ve Chaman’daki doktorlara danıştım.”
Son iki şehir Pakistan’da. Kandahar’daki doktorlar bakteriyel bir enfeksiyon tespit etmiş ve ona bir aşı yazmışlar. Musrsal gibi Hamide de hamile kalmak için çırpınıyor.
16 yaşında evlenmeye zorlanmış Hamide, henüz bebek sahibi olamadığı için etrafındaki insanların alay konusu oluyor.
Hamide, “Bazı insanlar benimle dalga geçiyor ve neden çocuk sahibi olmadığımı soruyor. Bu sözlere tahammül etmek benim için çok zor” diyor.
Her iki kadın da birçok testten geçti ve şimdi sonuçlarını bekliyor.
Fotoğraf altı yazısı,Hamide henüz 16 yaşındayken rızası dışında zorla evlendirildi
Musrsal ve Hamide, bir jinekolog ve Shefajo Hastanesi’nin kurucusu olan Dr. Najmussama Shefajo’nun hastaları.
Dr. Shejafo, sağlık hizmetlerinde yaşanan keskin düşüşün nedenlerini şöyle sıralıyor:
“Ana faktörler kadın doktor ve hemşirelerin, uzmanlaşmış hastanelerin ve ilaçların eksikliği. Okuma yazma bilmemek ve insanlar arasında farkındalık eksikliği de yine diğer başlıca sebepler.”
Taliban’ın 2021’de iktidarı ele geçirmesinin ardından birçok deneyimli kadın doktor ülkeden kaçtı.
Yeni hükümet, yeni mezun kadın doktorlara tıp lisansı vermeyince durum daha da kötüleşti.
“Kadın doktor açığı giderek artıyor ve bu durum daha da kötüleşecek” diyen Dr. Shejafo, devlet hastanelerinin talebi karşılayamadığını ve gerekli sağlık hizmetini veremediğini de ekliyor.
“Bir devlet hastanesinde kanaması olan üç-dört annenin aynı yatakta oturtulduğunu gördüm. Başka bir yerde ise bir kuvözün içine beş bebek koymuşlar.”
Evrim’i Destekleyen/Kullanan Bilimler – 1: Embriyoloji için yorumlar kapalı
Çok hücrelilerde çiftleşmeden sonra embriyonun geçirdiği evrensel temel birkaç basamak vardır. Bunlar kısaca:
Bölünüm (Cleavage): Döllenme gerçekleştikten sonra meydana gelen, fazla hücresel büyüme olmamasına rağmen seri bölünme dönemi.
Morulla: 5 bölünme sonucu meydana gelen 32 hücreli haldeki embriyo dönemi.
Blastula: Hücresel farklılaşmanın başladığı ve hücrelerin birbiri üzerine çökerek vücut boşluğunu oluşturmaya başladıkları dönem.
Gastrula: Blastula’nın son evresinde üç temel katmanın (endoderm, mezoderm ve ektoderm) oluşmaya başladığı evre.
Organogenez: Üç tabakanın oluşmasından sonra buradaki hücrelerin farklılaşıp gruplanarak organları oluşturduğu evre.
Bu evreler genel olarak tüm eşeyli üreyen ökaryotik çokhücrelilerde görülen embriyolojik basamaklardır. Ayrıca daha spesifik düzeylere inildiğinde, başka evrelere de rastlanabilir. Örneğin omurgalılarda organogenezin ilk basamağında nörula denen bir evreye girilir ve sinir kordonu üretilir.
Embriyolojinin kökenleri günümüzden 2000 sene önceye, Aristo’ya kadar gider. Aristo, çiftleşmeden sonra ana karnında, gelecekte oluşacak canlının bir minyatürünün (buna homunculus denmiştir) bulunduğunu ve bunun büyüyerek canlıyı oluşturduğunu ileri sürmüştür. Epigenez denen bu iddia, mikroskobun keşfedilmesi ve embriyonun asla son haline benzer bir şekilde var olmadığı, zaman içerisinde değişerek son haline ulaştığının keşfedilmesiyle birlikte çökmüştür.
Embriyoloji konusunda çalışmış onlarca bilim insanı saymak mümkündür: Karl Ernst von Baer, Charles Robert Darwin, Ernst Haeckel, JBS Haldane bunların başında gelen isimlerdir. Ayrıca önemli İtalyan anatomistlerin de embriyoloji alanında çok önemli çalışmaları olmuştur: Leonardo da Vinci, Marcello Malpighi, Enrico Sertoli bunlardan sadece birkaçıdır.
1859 yılında Evrim Kuramı’nın düzenli bir şekilde sunulup bilim dünyasına girmesi, 17. yüzyılda mikroskobun keşfedilmesi, 19. yüzyılda mikroskobun ana karnındaki ve yumurta içerisindeki canlılara çevrilmesi ve 1950’lerde DNA’nın yapısının keşfiyle Biyoloji’de “Gelişim Biyolojisi” ve “Moleküler Biyoloji” dallarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Sonrasında ise Evrim’in bu alanlardaki yoğun açıklayıcı gücünden ötürü “Evrimsel Gelişim Biyolojisi” (Evolutionary Developmental Biology – Evo-Devo) isimli yeni bir alan ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu alan, oldukça yaygın bir şekilde araştırılmaktadır ve Biyoloji’nin en popüler dallarından biridir.
Bir canlının embriyolojik dönemde geçirdiği değişimlerin tamamına ontogeni denmektedir. Bu değişimler, canlının evrimsel geçmişinde atalarından edindiği genetik bilgilerin, canlı oluşumu sırasında sırayla okunması sonucunda üretilen farklı enzimler ve proteinlerin etkisinden kaynaklanmaktadır. Yani döllenme gerçekleştikten sonra, hücreler en yukarıda verdiğimiz bağlantıdaki yazımızda anlattığımız gibi farklılaşmaya başlar. Bu farklılaşma, hücre içeriğini de etkiler. Hücrenin içerisindeki biyokimyanın değişimi, DNA’nın farklı kısımlarının okunabilmesini sağlar. Bu sebeple bütün organlar ve yapılar yerli yerinde ve düzgün bir şekilde oluşabilir. Ancak kimi zaman bu okunmada hatalar oluşabilmekte ya da mutasyonlar gibi dış faktörlerin etkisinde canlı DNA’sında değişimler olabilmektedir. Bu durumda anormal doğumlar ve bazı hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Öte yandan çoğu zamansa bu değişimler bir soruna değil, nötral bir değişime sebep olur, yani canlıyı etkilemez ve sıradan bir varyasyonun ortaya çıkmasına sebep olur. Ancak değişen doğa koşulları, bu varyasyon içerisinden zoraki seçimlerin yapılmasına sebep olur ve Evrim bu şekilde ilerler.