Yarım milyar yıllık dikenli sümüklü böcek, yumuşakçaların kökenlerini ortaya koyuyor.

Oxford Üniversitesi’nden bilim insanlarının da aralarında bulunduğu bir araştırma ekibi, 500 milyon yıl önce yaşamış yeni bir yumuşakça türünün şaşırtıcı bir keşfini gerçekleştirdi. Shishania aculeata* adı verilen yeni fosilen ilkel yumuşakçaların koruyucu dikenli bir zırhla kaplı düz, kabuksuz sümüklü böcekler olduğunu ortaya koyuyor. Bulgular bugün Science dergisinde yayınlandı.

Yeni tür, yaklaşık 514 milyon yıl önce erken Kambriyen olarak adlandırılan jeolojik bir döneme tarihlenen, güney Çin’deki doğu Yunnan Eyaletinden son derece iyi korunmuş fosillerde bulundu. Shishania örneklerinin tümü sadece birkaç santimetre uzunluğundadır ve modern yengeçlerin, böceklerin ve bazı mantarların kabuklarında da bulunan bir malzeme olan kitinden yapılmış küçük dikenli koniler (skleritler) ile kaplıdır.

Baş aşağı korunmuş örnekler, hayvanın dibinin çıplak olduğunu ve Shishania’nın yarım milyar yıldan fazla bir süre önce deniz tabanında sürünmek için kullandığı bir sümüklü böceksinkine benzer kaslı bir ayağı olduğunu gösteriyor. Çoğu yumuşakçanın aksine, Shishania’nın vücudunu kaplayan bir kabuğu yoktu, bu da yumuşakça evriminde çok erken bir aşamayı temsil ettiğini gösteriyor.

Günümüz yumuşakçaları baş döndürücü bir form yelpazesine sahiptir ve salyangozları ve istiridyeleri ve hatta kalamarlar ve ahtapotlar gibi son derece zeki grupları içerir. Yumuşakçaların bu çeşitliliği, uzun zaman önce, tüm büyük hayvan gruplarının hızla çeşitlendiği Kambriyen Patlaması olarak bilinen bir olay sırasında çok hızlı bir şekilde evrimleşti. Bu hızlı evrimsel değişim dönemi, yumuşakçaların erken evrimini anlatan çok az fosilin geride kaldığı anlamına gelir.

Oxford Üniversitesi Yer Bilimleri Bölümü’nden sorumlu yazar Doçent Luke Parry şunları söyledi: “Kalamar ve istiridye kadar farklı hayvanların ortak atasının neye benzediğini çözmeye çalışmak, evrimsel biyologlar ve paleontologlar için büyük bir zorluktur – sadece bugün yaşayan türleri inceleyerek çözülemeyecek bir zorluk. Shishania bize, yumuşakça evriminde çok az fosile sahip olduğumuz bir döneme benzersiz bir bakış açısı sunuyor ve bize en eski yumuşakça atalarının, modern salyangoz ve istiridyelerde gördüğümüz kabukların evriminden önce zırhlı dikenli sümüklü böcekler olduğunu bildiriyor.

Shishania’nın vücudu çok yumuşak olduğu ve fosil kayıtlarında tipik olarak korunmayan dokulardan yapıldığı için, örneklerin çoğu zayıf bir şekilde korunduğu için örneklerin incelenmesi zordu.

Örnekleri keşfeden Çin’deki Yunnan Üniversitesi’nden yeni bir doktora mezunu olan ilk yazar Guangxu Zhang şunları söyledi: “İlk başta sadece baş parmağımın büyüklüğünde olan fosillerin fark edilmediğini düşündüm, ancak büyüteç altında garip, dikenli ve gördüğüm diğer fosillerden tamamen farklı göründüklerini gördüm. Başlangıçta ona “plastik torba” adını verdim çünkü çürüyen küçük bir plastik torbaya benziyor. Bu fosillerden daha fazlasını bulduğumda ve laboratuvarda analiz ettiğimde, bunun bir yumuşakça olduğunu fark ettim.

Doçent Parry şunları ekledi: “Shishania’nın vücudunu kaplayan konik dikenlerin içinde, yaşamda nasıl salgılandıklarını gösteren mikroskobik detaylar bulduk. Bu tür bilgiler, olağanüstü derecede korunmuş fosillerde bile inanılmaz derecede nadirdir.

Shishania’nın dikenleri, çapı milimetrenin yüzde birinden daha az olan bir iç kanal sistemi gösterir. Bu özellikler, konilerin, gıda emilimine yardımcı oldukları bağırsaklarımız gibi, yüzey alanını artıran küçük hücre çıkıntıları olan mikrovilluslar tarafından tabanlarında salgılandığını göstermektedir.

Yarım milyar yıllık dikenli sümüklü böcek, yumuşakçaların kökenlerini ortaya çıkardı | Bilim Günlüğü (sciencedaily.com): Yarım milyar yıllık dikenli sümüklü böcek, yumuşakçaların kökenlerini ortaya koyuyor.

Japonya’da volkanik hareketler sonrası yeni bir ada ortaya çıktı

Ilgın Yorulmaz, Tokyo

Japonya karasularında bulunan bir deniz altı yanardağının patlaması sonucu oluşan kara parçası, başkent Tokyo’nun bin 200 kilometre uzağında ve 2. Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarının olduğu Iwoto adlı adanın açıklarında yer alıyor.

Pasifik’in batısında Japonya’ya bağlı Ogasawa ada zincirine eklenen 100 metre çapındaki yeni adanın oluşumu aslında geçen ay volkanik patlamalarla başladı.

Ada üzerinde keşif uçuşu yapan Japonya Meteoroloji Enstitüsü’ne ait helikopterin çektiği görüntülerde yoğun duman ve bir-iki dakikada bir gerçekleşen patlamalar eşliğinde 50 metre yukarıya çıkan lavlar gözlemleniyor.

Tokyo Üniversitesi deprem araştırma enstitüsünden Fukaşi Maeno ada üzerinde yaptığı gözlemlerde patlamayla havaya fırlayan kayalar ve denizde yüzen kahverengi ponza taşları gördüğünü söylüyor.

Maeno, bölgede geçen yıl Temmuz ayından beri volkanik aktivitenin yaşandığını belirtiyor. Yeni adanın altındaki yanardağın patlamaya devam etmesi durumunda adanın boyutlarının genişleyebileceği düşünülüyor.

Ada

Yanardağ patlamasıyla ada nasıl oluşur?

Aslında dünyada her yıl yer altından gelen lavların yüzde 75’ini okyanus altındaki yarıklardan gelenler oluşturuyor.

Bu volkanik patlamalar tektonik hareketlerin yoğun olduğu okyanuslarda kıta levhalarının olduğu bölgelerde gelişiyor.

Çoğu patlamalar okyanusun derinliklerindeki yarıklardan mağmanın taşması nedeniyle oluşmasına karşın sığ sularda oluştuğunda küçük adacıklar oluşturabiliyor.

ada
2013 yılı sonlarında Nishinoshima Adası’nın yakınlarında volkanik hareketler sonucu yeni bir ada doğmuş ve Niijima adı verilmişti. Ada çizgi film karakteri Snoopy’e benzetilmişti.

Lavın su ile temasının olduğu bu tür patlamalara “freatomagmatik patlama” adı veriliyor.

Yakın zamana dek Japonya’yı oluşturan takımadaların dört ana ada ve 6 bin civarında da çoğu üzerinde yaşam olmayan adadan oluştuğu düşünülüyordu. Ancak jeologlar bu yıl bu sayının iki katı olabileceğini açıkladı.

Japonya Jeouzaysal Enformasyon İdaresi’nin dijital haritalama teknolojisi kullanarak yaptığı araştırmalar sonucu 14 bin 125 adet ada olabileceği ortaya çıktı.

2013’te bir başka denizaltı yanardağının aynı şekilde patlamasıyla bir ada oluşmuş, şeklinden dolayı ada çizgi film karakteri Snoopy’e benzetilmişti.

Japonya’da uzmanlar zaman zaman adaların yok olduğuna da tanık oluyorlar. Kuzeyde Hokkaido adasının 500 metre uzağındaki Esanbe Hanakita Kojima adasının 2018 yılında sessiz sedasız yok olduğu ortaya çıkmıştı.

Iwoto’nun önemi

Iwoto

Yeni oluşan ada, Japonya’nın 111 aktif yanardağından biri olan ve eski adı Iwo Jima yeni adı Iwoto olan bir adanın yakınında oluştu.

Iwoto’nun İkinci Dünya Savaşı’nın Japonya için gidişatını değiştiren oldukça kanlı bir geçmişi var.

1945 yılının Şubat-Mart aylarında adaya çıkan ABD birliklerine karşı adada volkanik kayalara hendek kazıp gizlenen Japon birlikleri 36 gün ölümüne savaşmış, 7 bin Amerikan ve 18 bine yakın Japon askeri hayatını kaybetmişti.

Iwoto’da Amerikan askerinin Amerikan bayrağını diktiği fotoğraf ölümsüzleşmiş ve adada yaşananlar 2006 yılında Clint Eastwood tarafından “Iwo Jima’dan Mektuplar” adıyla filmleştirilmişti.

Adayı ele geçirip Pasifik’te egemenlik sağlayan Amerikan ordusu, sonrasında Okinawa’yı da ele geçirmiş ve Japonya’nın yenilgisine varan yol açılmıştı.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/articles/c3g2mdynzl8o

Endonezya’da 27 bin yıllık piramit bulunduğu iddiası gerçek mi?

Bilim insanları bölgede sondaj ve radar çalışmaları yürüttü
Bilim insanları bölgede sondaj ve radar çalışmaları yürüttü

Finanda Pratiwi, BBC Dünya Servisi

Bir grup bilim insanının “dünyanın en eski piramidini Endonezya’da bulduklarını” açıkladığı makalesini yayımlayan hakemli bilimsel dergi Archaeological Prospection, bu makalenin yayımlanmasına dair bir soruşturma başlattı.

20 Ekim’de yayımlanan makalede arkeologlar Java Adası’nda 27 bin yıl önce inşasına başlanmış olabilecek bir piramit bulduklarını yazmıştı.

Fakat bu iddiayı inandırıcı bulmayan bilim insanları da var.

Makalede ne var?

Java’da Gunung Padang (Aydınlanma Dağı) olarak bilinen yapıya dair yeni analizlerin ardından bilim insanları, bunun sönmüş bir volkanın üstüne inşa edildiğini düşünmeye başladı. Endonezya’daki Ulusal Araştırma ve İnovasyon Ajansı’ndan (BRIN) bilim insanları, bu yapının İngiltere’deki Stonehenge veya Mısır’daki Giza Piramitleri’nden daha eski olabileceğini düşünüyor.

Bu iki yapı da yaklaşık 5 bin yıl önce inşa edilmişti.

Bu teoriye göre bu yapı aynı zamanda en eski monolitik yapı.

Makalenin yazarları 2011-15 yılları arasında bölgede çalışmalar yürütürken toprağın altını incelemek için hem radarlar kullandı hem de sondajlar yaptı.

Onlara göre Aydınlanma Dağı’nın tarihi şöyle:

  • İnşaat son buz devrinin sonlarına doğru başladı. Bu en az 16 bin yıl önceye denk geliyor fakat bilim insanları inşaat başlangıcının 27 bin yıl kadar geriye götürülme ihtimali olduğunu söylüyor.
  • Yapının merkezindeki kısım muhtemelen 25 bin – 14 bin yıl önce arası bir dönemde inşa edildi fakat sonra binlerce yıl boyunca terk edildi.
  • 7 bin 900 ile 6 bin 100 önce bir tarihte inşaat tekrar başladı. Sonrasındaysa yapının bir kısmının bilinçli olarak üstü kapatıldı, toprağa gömüldü.
  • Piramit 2 bin ila 1.100 yıl önce arası bir dönemde tamamlandı ve günümüzde de görülen taş teraslar eklendi.

Katmanlı piramit

Bu yapının atalara tapma törenleri için inşa edildiği düşünülüyor
Bu yapının atalara tapma törenleri için inşa edildiği düşünülüyor

BRIN jeolojistlerinden Prof. Danny Hilman Natawidjaja bu tepenin doğal bir tepe olmadığını, katmanlı bir piramit olduğunu söylüyor.

Ekibiyle birlikte yaptıkları sondajlarda, yapının merkezinden toprak örnekleri alan Natawidjaja, bu örneklerin organik zenginliğinin buna bir kanıt olduğunu belirtiyor.

Yapının ortasında büyük ve birden fazla kata sahip bir oda keşfettiklerini ve bunun ardından bu yapının bir piramit olduğu sonucuna vardıklarını aktarıyor.

BBCYe konuşan Prof. Natawidjaja inşaat ve taş üzerindeki çizimlerin, yapının en azından son taş devrinden beri ayakta olduğunu gösterdiğini de ekliyor:

“Bu bulgular medeniyetin ve gelişmiş inşaat tekniklerinin erken holosen veya erken neolitik dönemde ortaya çıktığına dair yerleşik inanışları da sarsıyor.

“Gunung Padang’ın ikinci ve üçüncü katlarını inşa edenlerin sıra dışı taş işleme yetenekleri vardı. Bu, avcı toplayıcı kültüründen çok farklı bir şey.”

‘Zorlama bir çıkarım’

Fakat bu çıkarımlara itiraz eden arkeologlar da var.

Onlardan biri, yine Java Adası’dan Dr. Lutfi Yondri.

BBC’ye konuşan Dr. Yondri, ortada gömülü bir piramit olduğu iddiasının zorlama olduğunu ve buna dair yeterli kanıt olmadığını söylüyor:

“Endonezya’da piramit inşa etme geleneği yoktur.

“Esas soru: Bu adada bir dağın tepesine bir piramit gömen kimse olmuş mudur? Olduysa bu ne zaman oldu? İnsanlar o kadar malzemeyi dağın tepesine çıkarabilir mi?”

Dr. Yondri, bunun bir piramit değil, Endonezya’ya özgü başka bir yapı olabileceğini aktarıyor:

“Endonezya hiç piramit kültürüne sahip oldu mu? Uydurmayın.

“Bu adada taş teras kültürü vardır.”

Taş teras, atalara tapma törenlerinde kullanılan masa şeklindeki kayalardan oluşan bir yapı.

Dr. Yondri, Aydınlanma Dağı’nın da bu amaçla kullanıldığını ve bu yüzden bunun bir piramittense taş teras olma ihtimalinin daha fazla olduğunu belirtiyor.

Araştırmada kullanılan toprak örneklerini de sorgulayan Dr. Yondri, kültürel bağlamdan kopuk çıkarımlarda bulunmamak gerektiğini savunuyor.

Gunung Padang
Gunung Padang

BBC, Archealogical Prospection dergisiyle iletişime geçmek için birden fazla girişimde bulundu fakat herhangi bir yanıt alamadı.

Öte yandan hakemli bilimsel dergi Nature’a bir e-posta gönderen Archeological Prospection Eş Editörü, Tennessee Devlet Üniversitesi’nden arkeolojik jeofizikçi Eileen Ernenwein, Yayım Etiği Komitesi’nin yönergeleri uyarınca bir soruşturma başlatıldığını söyledi.

Prof. Natawidjaja ise bir soruşturmaya gerek olmadığını, ekibinin tüm etik standartlara uyduğunu ve bulgularının yayımlanmadan önce dokuz ay boyunca her türlü teste tabi tutulduğunu belirtti.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/articles/c3g2gld0g22o

Evrimin kanıtları her geçen gün artıyor!!

Arkeologlar her geçen gün evrimin yeni bir kanıtını bulmakta, yeni yapılan kazılar sonuçunda bir zamanlar dünyada yaşamış devlerin kılıçları bulundu. Bundan yüzyıllar önce de yaşam vardı fakat koşullar farklıydı, yaşam farklıydı, canlılar farklıydı. Günümüze kadar değişimlere uğrayıp süregelen canlılık bundan yüzyıllar sonra da farklı koşullar ve canlılar ile devam edecektir.

Video kaynağı: Bilimsel paylaşımlar sitesi

İçerik yazarı ve düzenleyici: Kifayet Beşirik

Uzayı keşfedin

Evrende birçok gezegenin bulunduğunu biliyoruz gelişen teknoloji sayesinde de her geçen gün evrene dair yeni bilgiler ediniyoruz. Uzaydan görüntüler evrimi ve gelecekteki yaşamı anlamlandırmamızı sağlayacak bilgilerle doludur. Evrim sürekli olarak gerçekleşen bir durumdur ve bu durum sadece Saman yolu galaksisinde bulunan Dünya da mı gerçekleşiyor dersiniz?

Bizce bu sorunun cevabı hayır, çünkü uzaydan gelen her yeni görüntüde ve yapılan bilimsel çalışmada diğer gezegenlerde de yaşam olabileceğine dair bilgiler edinmek mümkün. İşte Hubble Uzay Teleskobu tarafından görüntülenen “Sombrero Galaksisi”. Bu galakside bir yaşamın olmadığını iddia edebilirsiniz ama yaşamın olduğunu da iddia edebiliriz. Yapılan araştırmalar dünyanın yaşını hesaplamamızı sağlıyor teknolojinin daha fazla gelişim gösterdiği süreçleri düşünün gezegenlerin yaşları da hesaplanabilir ve gezegenlerde hayat olup olmadığı anlaşılabilir.

Resim Kaynağı: Bilimsel paylaşımlar sitesi

Metin Yazarı : Kifayet Beşirik

Bilim insanları dünyanın en eski ormanını bulduklarını açıkladı

Man walking on a cliff with fossils
Fotoğraf altı yazısı,Fosil ormanların keşfedildiği falezler.

Bilim insanları İngiltere’nin güneybatı kıyılarındaki falezlerde, dünyanın bilinen en eski fosilleşmiş ormanını bulduklarına inanıyor.

Fosilleşmiş orman, Somerset bölgesinde bulunan Minehead’deki kumtaşından oluşan yüksek rakımlı falezlerde bulundu.

Cambridge ve Cardiff Üniversiteleri’nden araştırmacılar, buluşlarının Britanya’daki en eski fosilleşmiş ağaçlar ve dünyanın da bilinen en eskileri olduğunu söylüyor.

Kalamopiton diye bilinen ağaçlar, palmiye ağaçlarını andırıyor.

Günümüzdeki ağaçların “prototipi” diye tanımlanan ağaçların en büyüğü 2 ila 4 metre uzunluğunda.

Araştırmacılar, bitki fosillerini, kalıntılarını ve ayrıca ağaç gövdesi fosillerini ve kök izleri buldu.

Fosiller, ağaçların çevreyi nasıl şekillendirdiklerini, nehir yataklarını ve kıyı şeritlerini yüzlerce milyon yıl önce nasıl dengede tuttuklarını gösteriyor.

Araştırmanın yazarlarından Cardiff Üniversitesi Dünya ve Çevre Bilimleri Fakültesi’nden Dr. Christopher Berry, “Dünya genelinde 30 yıldır bu tür ağaçları araştırdığımdan, ağaç gövdelerinin fotoğraflarını ilk gördüğümde ne olduklarını anladım” dedi ve ekledi:

“Evime bu kadar yakın bir yerde görmek harikaydı. Ama en önemli bulguları, ilk kez bu ağaçları büyüdükleri yerlerde görmek verdi.”

Fossil marks in the cliff with a tape measure to indicate the scale
Fosilleşmiş bir ağaç gövdesi.

Doğal Tarih Müzesi’nde bitki fosilleri konusunda uzman olan Dr. Paul Kendrick o dönem ağaçların nasıl birlikte büyüdüğüne dair ipuçlarının çok önemli olduğunu vurguladı.

Araştırmacılar, fosil ormanın daha önce bu rekora sahip olan ABD’nin New York eyaletindekilerden 4 milyon yıl dolayında daha yaşlı olduğunu söylüyor.

Fosil orman, Devon ve Somerset kıyılarındaki Hangman Kumtaşı Formasyonları’nda bulundu ve yaşamın karaya doğru genişlediği 419 ila 358 milyon yıl önceki Devoniyen dönemine ait.

Araştırmacılar, bulgunun yapıldığı alanın o dönem, İngiltere’ye değil, yine bu tür ağaç fosillerinin bulunduğu Almanya ve Belçika’ya bağlı yarı kurak bir alan olduğunu söylüyor.

Cliffs jutting out into the sea
Fosil ormanın bulunduğu falezler.

Araştırmanın yazarlarından Cambridge Üniversitesi Dünya Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Neil Davies “Bu oldukça garip bir ormandı. Bugün gördüklerimiz gibi değildi” dedi.

“Ağaçların altında yerde ormanaltı bitkiler yoktu ve çim henüz görünmemişti. Ancak bu yoğun ağaçlardan düşen çok fazla ince dal vardı ve çevre üzerinde büyük bir etkisi oldu.”

Dr. Kendrick de ağaçların, günümüzde bildiklerimizden çok farklı olduğunu söylüyor. Günümüzdeki ağaçlardan en yakın olanının Avustralya ve Güney Asya adalarına özgü, bir tür eğrelti ağacı olan Dickonia antarctica olduğunu belirtti.

Dicksonia antarctica ferns growing
Dicksonia antarctica’nın o dönemki ağaçlara en çok benzeyen ağaç türü olduğuna inanılıyor.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/articles/c51de66ex0ko

Büyük virüs sınıfı karmaşık kökenleri ortaya koyuyor..

Canlı bir hücreyi bir virüsle karşılaştırmak, Sistine Şapeli’ni arka bahçedeki bir köpek kulübesiyle karşılaştırmak gibi bir şey. Canlı hücrelerin karmaşık mekanizmasından yoksun olan virüsler, biyolojiyi aşırı bir seviyeye indirgenmiş olarak temsil eder. Onlar biyolojik dünyanın gerçek minimalistleri.

Bununla birlikte, viroloji alanı, mimari açıdan basit ama gizemli bu varlıklar hakkında cevaplanmamış sorularla dolup taşıyor. Yeni araştırmada, Arizona Eyalet Üniversitesi’nde moleküler virolog olan Arvind Varsani, belirli bir virüs sınıfını keşfetmek için prestijli bir uluslararası ekibe katılıyor ve viral evrimin karmaşıklıklarını ortaya çıkaran genetik parçaları ortaya çıkarıyor.

Yeni çalışma, dairesel Rep kodlayan tek sarmallı (CRESS) DNA virüslerinin evrimsel dinamiklerini inceliyor. Bulgular, yaşamın üç hücresel alanını da enfekte eden bu geniş tek sarmallı DNA virüsleri sınıfının, genetik bileşenlerini, tek bir atasal olaya kadar izlenemeyen karmaşık evrimsel süreçler yoluyla elde ettiğini göstermektedir. Daha ziyade, virüsler, bakteriyel, arkeal ve ökaryotik hücrelerin yanı sıra plazmidler olarak bilinen dairesel parazitik replikonlar ve transpozonlar gibi diğer hareketli genetik elementler de dahil olmak üzere birçok kaynaktan genetik materyali kendine mal eden takıntılı borçlulardır.

CRESS DNA virüsleri gibi bir grup hareketli element, tek bir ortak evrimsel ata veya atasal gruptan daha fazla ortaya çıktığında, polifiletik olarak bilinirler. Bu fenomen viral dünyada yaygındır ve araştırmacılar için hem zorluklar hem de fırsatlar sunar, çünkü bu geniş alanın tanımları, taksonomileri ve evrimsel yörüngeleri güçlü yeni tekniklerin yardımıyla yeniden gözden geçirilir.

Farklı virüsler ve hücre kaynaklı genetik parçacıklar arasında genetik bilginin rastgele paylaşımının daha iyi anlaşılması, bir gün, bazıları insan refahı ve mahsul verimi üzerinde yıkıcı etkileri olan bu parazit varlıkları kontrol etme çabalarını iyileştirebilir.

Bu tür keşifler aynı zamanda dünyanın en eski yaşamının kökenlerine yeni bir ışık tutma ve hücre temelli yaşamın gezegenin şaşırtıcı virüs dizisiyle (virom olarak adlandırılır) nasıl bir arada var olduğu sorusunu çözme potansiyeline sahiptir.

Varsani, “Son on yılda, metagenomik yaklaşımlar kullanarak çeşitli ekosistemlerde virüsler keşfediyoruz ve sonuç olarak CRESS DNA virüs veritabanlarını dolduruyoruz” diyor. “Bu, CRESS DNA virüsleri için küresel bir analizin yolunu açtı ve bu ve diğer ilgili virüslerin kökeni hakkında fikir verdi.”

Varsani, Evrim Mekanizmaları için Biyotasarım Merkezi, Temel ve Uygulamalı Mikrobiyomik Merkezi’nin yanı sıra ASU’nun Yaşam Bilimleri Okulu’nda araştırmacıdır.

Başlıca virüs sınıfı karmaşık kökenleri ortaya koyuyor | Bilim Günlüğü (sciencedaily.com): Büyük virüs sınıfı karmaşık kökenleri ortaya koyuyor..

Eski mikroplar, karmaşık yaşamın nasıl evrimleştiğine dair ipuçları sunuyor.

Mikroplar, tek hücreli atalarımızın viral DNA’yı kendi genetik kodlarına nasıl karıştırdıklarına ışık tutuyor. Çalışma, tatlı su ortamlarında bulunan tek hücreli bir parazit olan Amoebidium adlı bir mikroba odaklandı. Queen Mary’nin Biyolojik ve Davranış Bilimleri Okulu’nda Kıdemli Öğretim Görevlisi olan Dr. Alex de Mendoza Soler liderliğindeki araştırmacılar, Amoebidium’un genomunu analiz ederek, bilimin bildiği en büyük virüslerden bazıları olan dev virüslerden kaynaklanan şaşırtıcı bir genetik materyal bolluğu buldular.

Bu viral diziler, genellikle genleri susturan kimyasal bir etiket olan yoğun bir şekilde metillendi.

“Bu, Amoebidium’un DNA’sının içinde saklanan Truva atlarını bulmak gibi bir şey,” diye açıklıyor Dr. de Mendoza Soler.

“Bu viral eklemeler potansiyel olarak zararlıdır, ancak Amoebidium onları kimyasal olarak susturarak kontrol altında tutuyor gibi görünüyor.”

Araştırmacılar daha sonra bu fenomenin ne kadar yaygın olabileceğini araştırdılar. Birkaç Amoebidium izolatının genomlarını karşılaştırdılar ve viral içerikte önemli farklılıklar buldular.

Bu, viral entegrasyon ve susturma sürecinin devam ettiğini ve dinamik olduğunu göstermektedir.

Dr. de Mendoza Soler, “Bu bulgular, virüsler ve konakçıları arasındaki ilişkiyi anlamamıza meydan okuyor” diyor.

“Geleneksel olarak, virüsler istilacı olarak görülür, ancak bu çalışma daha karmaşık bir hikaye önermektedir. Viral eklemeler, onlara yeni genler sağlayarak karmaşık organizmaların evriminde rol oynamış olabilir. Ve buna, bu davetsiz misafirlerin DNA’sının kimyasal olarak evcilleştirilmesi izin veriyor.”

Ayrıca, Amoebidium’daki bulgular, kendi genomlarımızın virüslerle nasıl etkileşime girdiğine dair ilgi çekici paralellikler sunuyor. Amoebidium’a benzer şekilde, insanlar ve diğer memeliler, DNA’larına entegre edilmiş Endojen Retrovirüsler adı verilen eski virüs kalıntılarına sahiptir. Bu kalıntıların daha önce aktif olmayan “çöp DNA” olduğu düşünülürken, bazıları şimdi faydalı olabilir. Bununla birlikte, Amoebidium’da bulunan dev virüslerin aksine, Endojen Retrovirüsler çok daha küçüktür ve insan genomu önemli ölçüde daha büyüktür. Gelecekteki araştırmalar, virüsler ve karmaşık yaşam formları arasındaki karmaşık etkileşimi anlamak için bu benzerlikleri ve farklılıkları keşfedebilir.

Antik mikroplar, karmaşık yaşamın nasıl evrimleştiğine dair ipuçları sunuyor | Bilim Günlüğü (sciencedaily.com): Eski mikroplar, karmaşık yaşamın nasıl evrimleştiğine dair ipuçları sunuyor.

Yaşam Yolculuğu: Evrimi Anlamak

Fotoğraf Johannes Plenio on Unsplash

Evrim, organizmaların zaman içinde kademeli gelişimidir ve inkar edilemez bir şekilde bilim tarihinin en güçlü hikayeleri arasındadır. Sadece yaşamın nasıl çeşitlendiğini ve hayatta kalmak için unsurları mümkün olan en iyi şekilde seçerek Dünya’daki habitatlara nasıl adaptasyonlar yaptığını anlatır. Evrim teorisinin babası Charles Darwin, türlerin, çevrelerine en iyi şekilde adapte olmuş bireylerin hayatta kalması ve üremesi yoluyla nesiller boyunca evrimleştiğini öne sürdü.

Bu evrim hikayesi, tüm canlıların DNA’sında yazılıdır ve son derece karmaşık bir hayatta kalma ve adaptasyon dokusunu ortaya çıkarır. En küçük mikroptan devasa mavi balinaya kadar Dünyamızı dolduran her tür, evrimin muazzam gücünü yansıtır.

Evrimin eylemdeki uygunluğu, bakterilerin antibiyotiklere karşı nasıl direnç geliştirdiğine tanık olur. Doğal seçilim yoluyla, hayatta kalan bakteriler, antibiyotik tedavisi sonrası, dirençli özelliği bir sonraki nesillere aktardı ve bu nedenle bir grup “süper böcek” ortaya çıktı. Bu fenomen, küresel sağlık sorunlarının etkili bir şekilde ele alınması için evrimi anlamanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Bu büyük hikayedeki bir başka büyüleyici bölüm de insan evrimidir. Fosil kayıtları ve genetik araştırmalar, büyük maymunlarla ortak atalarımızı belirledi ve bizi ayıran fiziksel ve davranışsal bileşenleri özetledi. Lucy gibi eski homininlerin keşfi, Denisovalıların son keşfinden bahsetmiyorum bile, evrimsel geçmişimize ilginç bakışlar sunuyor.

Günümüz bilimi, konuyla dinamik hale gelebileceğimiz etkileşimli evrim ağaçları ve sanal kazılarla canlanıyor. Onlar sadece ders öğretmenleri değil, aynı zamanda bu gezegendeki tüm yaşam için iç içe geçmiş ilişkiler için ilham veriyorlar.

Kısacası evrim, yaşamla ilgili çok güçlü bir dayanıklılık ve adaptasyon hikayesidir. Evrim destanı aracılığıyla geçmişimizi, bugünümüzü anlıyor ve geleceğe hazırlanıyoruz. Dolayısıyla bu zaman yolculuğu, Dünya’daki yaşamın inanılmaz hikayesini ortaya koyuyor ve bizi doğal dünyanın büyük çeşitliliğine ve karmaşıklığına hayret etmeye teşvik ediyor.

Evrim, Doğal Seçilim, Charles Darwin, İnsan Evrimi, Evrimsel Biyoloji | Statik ve Akış (medium.com): Yaşam Yolculuğu: Evrimi Anlamak

Peru’da temas kurulmamış yerli halk görüldü

Peru’da henüz temas kurulmamış yerli bir halk, ormancılık şirketlerinin imtiyaz sahibi olduğu nehrin kıyısında görüldü.

Yerli hakları örgütü Survival International tarafından Salı günü yayınlanan görüntülerde, Las Piedras Nehri kıyısına yakın onlarca Mashco Piro sakini görülüyor.

Araştırmacı Teresa Mayo, BBC’ye yaptığı açıklamada, Mashco Piro’nun dünyada henüz temas kurulmamış en kalabalık kabile olduğunu söyledi.

Bu kadar çok sayıda kabile üyesinin bir arada bulunmasının alışılmadık bir durum olduğunu ve yiyecek aramak için bir araya gelen birkaç grup olabileceğini söyledi.

https://bbc.com/news/videos/czrj0neyk4ko

Kaynak: https://www.bbc.com/news/videos/czrj0neyk4ko